Mutlak mahkûmiyetin kelimeler olunca ve ruhun-zihnin, aklın-fikrin yüzeysellikten uzak olduğunda, hani yalnız kaldığında-yalnızlaştığında kalabalığa takılıp sürüklenerek yaşamadığında yani, yalnızca kendini değil, çevrendekilerin hatta Tanrının varlığını bile sorgulayabilecek gücün ‘düşüncelerinde barındığına inanınca’ yazabiliyor insan…

“Yazmasam deli olacaktım” der ya Sait Faik… Bir yazarın işi yazmak olduğuna göre, yazmasa deli olması, işini tutkuyla yapan bir yazar için en olağan söz olsa gerektir. İnsanı iyi ve kötü yanlarıyla bilen, iyiye doğru yol almasından sevinç duyan, kötüye saplandıkça derin bir üzüntüye kapılan, iyiliğin ve güzelliğin toplumsal ilişkiler içinde doğduğunu ve geliştiğini bildiği için, her yazdığında bu ilişkilerin iyiliği ve güzelliği geliştirecek yönde değişmesi gerektiğini vurgulayan bir yazarın yazarlık tutumudur aslında bu…

***

Yazmak bir taşma halidir bana göre… Acımasızca yapılan eleştirilere, hakaretlere, küçümseyici karikatürlere gülüp geçer ya hani Orhan Veli... O yazmak ve yaşamayı beraber götürmenin derdindedir. Sadece şiiri süsten, biçimcilikten kurtarmaz, Melih Cevdet’in tanımıyla kalabalığın şiirini yazar. Herkesi; şiirinin kadrajına almaya, küçük insanı bir tiyatrocu edasıyla konuşturmaya çalışır. Melih Cevdet konu hakkında bir röportajında şöyle der: Orhan Veli, fakir fukara ile boyacılarla, garsonlarla, işçilerle gerçekten dostluk ederdi. Savaştan önce bir gün fakir bir işçiyle tanıştık: Montör Sabri… Montör Sabri sarhoştu, koltuğunda iki okka ekmek vardı. Boyuna evine geç kaldığından bahsediyor ama bir türlü yolunu bulamıyordu. Ertesi gün Orhan Veli O’na “Montör Sabri” şiirini yazdı.

“Montör Sabri ile

Daima geceleyin

Ve daima sokakta

Ve daima sarhoş konuşuyoruz.

O her seferinde,

«Eve geç kaldım» diyor.

Ve her seferinde,

Kolunda iki okka ekmek.”

***

Geçelim dünya edebiyatına: Ya Dostoyevski’nin dünya klasiği olarak anılacak ilk romanı İnsancıklar’ı 23 yaşında, Goethe’nin yine aynı şekilde hâlâ okunan ve insan evladı var olduğu sürece hep okunacak olan klasiklerinden “Genç Werther’in Acıları” adlı ilk romanını 25 yaşında yazması… Ya Suç ve Ceza, Faust… Goethe’nin yıllar sonra “Genç Werther’in Acıları” romanı için arkadaşı Eckermann’a, “Parmaklarımın ucunda yanarak beni sıkıntıya sokan bireysel, çok yakın ilişkilerdi bunlar. Beni en sonunda Werther’i ortaya çıkaran ruh durumuna soktu. Yaşamış, sevmiş ve çok acı çekmiştim” demesi… Yazmak, bir yaşam biçimi. Seferi yalnızlıklarında bir bağırış! Kabullenememe; derinlerden gelen, suskunluğunun yansıması bir haykırış! Kimi zaman aforizmalarda, kimi zaman yaşamdaki güzellikleri arayış…

***

Yazmak! Bir elveda kimi zaman, anılardan geriye kalan… Yazmak, sürüden ayrılmak bir anlamda, normalden uzaklaşmak. Dipsiz kuyulara düşmek, avazın çıktığı kadar bağırmak… Yazmak, demlenmek! Başka bir evrene yolculuk, kendini ötekileştirmek… Yazmak! Mücadele etmek, hep "Mücadeleye devam!" demek. Kötüyle-kötülüklerle boğuşmak, kötüyle-kötülüklerle kavgaya tutuşmak… Yazmak, sonsuzluk kimilerine göre. Yazmak, aramak! Eğer bulabilirsen; okuyucusuyla birlikte, sonsuzlukta buluşmak… Yazmak! Acıyla, dertle, gam ve kederle beslenmek; hissetmek en derininde ve yüreğinden parmak uçlarına dökmek duygularını, yaşanmış-yarım kalmışlıklarını, aforizmalarını; rahatlamak ve yazmak…