Bilimin, sanatın, edebiyatın üretildiği yerler önemlidir. Coğrafyanın etkilerinden bağımsız, bilimi, sanatı, edebiyatı, hele de şiiri düşünmek olanaksız. Bunu Divan şiirinden çağdaş şiire değin coğrafya sınırlarından soyutlamak olası değil. Bu coğrafyanın bir kısmı mitolojik ve ütopik olmasına karşın, bir kısmı da var olan somut coğrafyanın belirli parçalarıdır.
Doğduğu ve yaşadığı çevreyi belleğinden silemez şair. Yaşadığı coğrafyanın çekim alanından kendini kurtaramaz. Düşünce dünyasının biçimlenişi, gözlemleri, eğitim, tinsel ve duygusal bağlamdaki oluşumlar, yaşadığı coğrafyaya bir ölçüde bağımlı kılar şairi.

Sokaklar, alanlar, evler, komşular, insani ilişkiler, inançlar, gelenekler, alışkanlıklar… Salt bunlar mı? Yağmurla buluşan toprak kokusu, kır şenliği, bahçeler, mevsim değişimleriyle yaşanılan görsel devinim… Kasabanın, kentin, yaşanılan yerin, çevrenin, özetle şairin yaşadığı ortamın, olanakların şiire yansımalarıdır hep.
Bu yüzden şairi doğduğu ve yaşadığı coğrafyadan soyutlayarak şiirini tanımlamak, algılamak, yorumlamak olanaklı değildir.
Bir şairin kendi coğrafyasının sınırları, kuşkusuz bölge haritalarındaki çizgilerle belirlenmez. Dilinin sınırlarıdır o coğrafya. Bu bağlamda düşününce, şairin yaşadığı coğrafyayı şiirine yansıtması, onu varsılaştırır, şiir dilini geliştirir, yeni iklimler oluşturur.

Önemli olan yaşadığı yere baktığı denli dünyaya, insanlara, olaylara bakabilmenin ayrımında olmasıdır şairin. Çünkü şairler ve yazarlar coğrafyayı da yeniden yaratanlardır.

Nesrin Kültür’ün “Coğrafya Ders Kitabı” (*)

Böyle düşünürken, İzmirli şair Nesrin Kültür’ün “Coğrafya Ders Kitabı” adlı şiir kitabına odaklandım. Adını okuyunca bunun bir ders kitabı olmayacağını anlamışsınızdır elbet. Kısa dizelerle ülkemizin özellikli köşelerine bir yolculuğa çıkarıyor Kültür. Toroslar, Amanos, Kommagene, Kaz Dağları, Ağrı Dağı, Kızılırmak, Gölmarmara, Kapadokya, Ayder Yaylası, Didim, Foça, Balıklı Göl, Safranbolu…

Evliya Çelebi’nin ünlediği, sözüyle donattığı Dicle-Fırat arası o yeşil coğrafyayı anımsatıyor: “gel doğuralım uygarlığı / yeniden / Mezopotamya’da” diyerek. Sonra “Taş, taşa huyunu oyar / omuz omuza tırmanır / Mardin olur” dediği Mardin’ uğruyoruz.
“Haydi omuzunu ver bana. / Ağlamak da aşktır / memleket sevdasına” dizeleriyle Çanakkale Şehitliği'nde buluyoruz kendimizi.
Nesrin Kültür, kitabının “Kan Toprağı” diye ayırdığı bölümünde Filistin’den, Bosna Srebrenitsa’dan, Orbita’dan, Suriye’deki Hama katliamından, Halepçe kıyımından, Hocalı öldürümünden, Telafer’den ağıtlar, hüzünler çığırıyor. Afganistan burka’sını “örtüsü karanlığın burkar / siler aydınlığı' diye ilençle anar” diyerek ilençliyor.
Şairin coğrafyası varsıldır. Şairin sesi yurdunun dışına da taşar, duygudaş davranır. Gözü, gönlü, yüreği, gözlemi, özlemiyle yaşadığı coğrafyanın sesi, soluğu, sözü, çığlığı olur. Ulaşır başka coğrafyada yaşayanların gönlüne, yüreğine. Kuşkusuz şiirin coğrafyasında salt nehirler, yollar, sınırlar yoktur. Dizelerin anımsattığı toprakları da unutmamak gerekir.
Nesrin Kültür de bunu yapıyor. Coğrafyamızın renklerini dizelerine taşırken, dünyanın başka yerlerindeki acılara, kederlere de ortak oluyor.
Sonra da Misak-ı Milli’yi şair sözüyle şöyle yorumluyor: “Islak mavi iplikle üç tarafı nakışlı / öptüm de koydum Mushaf’a / ülke sınırlarını.”

(*) Coğrafya Ders Kitabı, Nesrin Kültür, Kibele Y. Nisan 2018