Daha çok hüzün, daha çok ağıt, daha çok tedirginlik, gerginlik… Gün güne sorun, sıkıntı, sarsıntı bindiriyor. Yeni şafak baskınları, yeni gözaltılar, tutuklamalar, olaylarla uyanacağız, diye başlıyoruz güne! Gündem öylesine hızlı değişiyor ki, yetişebilene aşk olsun. Neredeyse şaşırmayı bile unutur duruma geldik.
Oysa güleç yüzlere, gülmeye, gönüldeşliğe, sevgi dolu bakışlara, umutlu sözlere, gülmeceye ne çok gereksinim duyuyoruz.
Eskilerin “mizah” deme alışkanlıklarını sürdürdükleri, ama “gülmece” sözcüğünün de yürürlükte, yaygınlıkta olduğu kavramı, anlatımı, söylemi bile ne çok arar olduk.
***
“Eğlendirmek, güldürmek, bir davranışa incitmeksizin takılmak ereğini güden ince alay” diye tanımlıyor sözlükler gülmeceyi.
Kaşgarlı Mahmut’un ‘Divan-ü Lügat-it Türk’ adlı yapıtında, mizaha karşılık olarak “külüt” sözcüğü kullanılmış. Bunun anlamı ise “halk arasında gülünç nesne”dir. Zamanla bu sözcük önce “gülüt”, daha sonraları da ‘gülmece’ olarak dilimizde anlam bulmuştur.
Bir yazın anlatımı olarak düşünürsek gerçeğin, durumların, olayların, kişilerin güldürücü yanlarını anlatan, ortaya koyan bir yazı türü olduğunu da kavrarız.
Gülmekten, gülüşmekten, güldüşünden gidersek; yergi, karikatür, ince alay, acı şakayı da katarsak, gülmece daha anlamlı, daha katmanlı olmaz mı?
Verili olana karşıdır gülmece; bağnazlığa, yozluğa, aymazlığa, tutuculuğa, kör inanca başkaldırıyı içerir. Güldürür, ama düşündürür de.
***
Toplumda çelişkiler yoğunlaştıkça, baskı “Damokles’in kılıcı”ı gibi gücünü çoğalttıkça, korkutma, sindirme, sıkıdenetim ortalıkta cirit attıkça; gülmece, mizah, güldüşün, insanların yaşama tutunduğu, soluk aldığı söylem ve eylem alanı olur.
Geçmişten bugüne öykülerin, şiirlerin, masalların, söylencelerin, destanların, geleneklerin içinden süzülüp gelen gülmece, ülkemiz insanında karşılığını anlamla, tatla, ilgiyle, beğeniyle bulmuştur.
Gündelik yaşantımızda, sanat ve yazın alanında gerçekliğe farklı bir bakış penceresi açar gülmece. Sorgularken gülümsetir; gülümsetirken düşündürür; düşündürürken ayrıntıları açığa çıkarır.
Birbirlerine hiç benzemeseler de hepimizin sevdiği, benimsediği Nasrettin Hoca, İncili Çavuş, Bekri Mustafa daraldık mı, sıkıştık mı hemen başvurduğumuz gülmece bilgeleri değil mi?
Bektaşi fıkralarının yobazlığa, bağnazlığa, tutuculuğa karşı; incitmeden, aşağılamadan, gerektiğinde kendisiyle de dalga geçerek hazırcevaplığın, yerginin, ince alayın özgün, özenli örnekleriyle yaşamını sürdürmüyor mu?
Gülme, gülmece, tarih boyunca insan imgeleminin yarattığı bir özgürlük alanıdır.
Kuşkusuz çok söylenmiş, yazılmış olsa da denir ki; evren Mısır papirüsüne göre, MÖ 3. yüzyılda gülme ile oluşmuştur.
Mısır Tanrısı karmaşayı, kargaşayı ancak kahkahasıyla uzaklaştıracak, yerine sevinç dolu bir evren kuracaktı. Ancak Mısır Tanrısının gücü yetmemiş ki, sevinç, erinç dolu evreni oluşturamamış!
***
Türkiye'nin gerçek anlamda ilk gülmece dergisi sayılan "Diyojen" 23 Aralık 1869'da İstanbul'da yayımlanmaya başlamıştı. Bu dergiyi ölçüt alırsak, 156 yıllık bir geçmişi olduğunu görürüz gülmece dergiciliğimizin.
Bir bölümünü anımsayalım mı? Beberuhi (1898), İncili Çavuş (1908), Cem (1910), Çimdik (1910), Akbaba ( 1922-1977), Amcabey (1942), Markopaşa (1946), Amcabey (1942), Aydede (1948), Dolmuş (1956), Zübük (1962), Papağan (1968), Gırgır (1972), Çarşaf (1976), Leman (1991)…
Köşem yetseydi daha ne çok anacaklarım, anlatacaklarım vardı. Gülümsemeye, gülüşmeye, gülmeceye, güldüşüne her zamandan daha çok gereksinim duyuyoruz. Hadi ağız dolusu kahkaha atalım hep birlikte. Gönlümüz şenlensin…