Boğazına kadar popülizme ve yalınkatlığa batmış memleket ve siyaset iklimi, tam da aradığı gibi “popüler kültür” ürünü yeni bir malzemeye daha kavuştu. Esastan çok usulün, mazruftan çok zarfın, gelecekten çok günü geçirmenin konuşulduğu ve de bunun “mücadele” sanıldığı bir süreçte, sanırız kendince her kesim pek hoşnut. Bayraklaştıranlar ile şeytanlaştıranlar, hadisenin ekmeğini bolca yiyeceklerdir. Daha ilk günden ve hele ki yandaş kanallarda, hayatlarında bir ıslık bile çalmadığı belli hamhalatların, saatlerce çene suyuna çorba karıştırması, bunun daha ilk işaretidir. Yanlış anlaşılmak istemem. Zinhar, soluk almak için bir kıymık aralığına bile razı olanlara haksızlık içermiyor bu satırlar. Elbette keyfi sürülsün, teşekkür edilsin, bunu kim engelleyebilir?
Ama bir de bu iklimde her şeye rağmen yaşamaya, paylarına düşen acılara direnmeye, derin-yüksek-geniş bir açıyla yazmaya çizmeye, itirazlarını dillendirmeye çalışanlara sorulmalıdır bu hoşnutluk hali.
Ülkeyi ideolojisinin bahçesine çevirmek için elinden geleni yapan, bunun için her yolu deneyen ve denemesi kimseyi şaşırtmayacak olan iktidara, bir şarkının bile yarattığı atmosferi doğru okuyup okumadığını sormaya gelince… Gerek yok. Bizi daha çok, demokrasi ve laiklik karşıtı bu rotayı doğru okuması ve tutum göstermesi gerekenlerin, bir şarkıdan çok öteye geçmesi ilgilendiriyor. Önceliğimiz, 100. yıla sayılı günler kalmışken sorunun güncel oyalanmaların ve tepkilerin ötesinde, yarınlar penceresinden okunması, bu ülkenin varoluşunu ilgilendiren reflekslerin gösterilmesidir. Bunun yolu da asla popülizmden ve ürünlerinden değil, neyin neden ve nasıl “geçeceğinin” kamuyla paylaşılacak ve paydaşlık yaratacak yanıtlarından geçiyor. Sonuçta, “normal” bir zamanda benzerleri gibi üç vakitte unutulacak bir şarkıdan söz ediyoruz. Olayın fazla kasılmasının nedenini de, üstün bir yapıta değil, “anormal” zamana ve o zamanın yürek ağrısı boğuntularına bağlıyoruz. Şimdilik bu kadarını yazıp, konuyu kapatalım.
Güngör Tekçe, Salih Bolat derken, şiire Sina Akyol ateşi de düştü. Ölüm doğanın bir gerçeği ve uğursuz salgının da tetiklemesiyle, her gün gidenlerin acısıyla uyanıyor, hangisinin cenazesine gideceğimizi, hangisini duyuracağımızı şaşırıyoruz. Ölümü çoğaltan demlerden geçerken, telefonumuzda aradığımızda artık açılmayacak numaraların çoğaldığını görüyoruz.
Her ölüm acı yumağı, hüzün uçurumu, keder yorgunluğu. Ama “şair ölümü” insanı bir başka kavuruyor. Hele ki ömrüne, şiirine yakınlığınız, çabasına duruşuna tanıklığınız, paydaşlığınız varsa… Salih Bolat’la bir göz değimi karşılaşmalarımız, birkaç kez konuşma fırsatımız ve elbette şair-okur birlikteliğimiz vardı. Güngör ağabeyi geçen hafta yazmıştım. İnanılacak gibi değil, şimdi de Sina’nın arkasından yazıyorum!
“Ağustosun hummalı böceğini / onun terli şarkısını / gayret et, Türkçeye çevir…” derinliğini yakalayıp yazacak kadar şairdi benim dostum. Sevecen, hep çocuk, çabuk kızan, güzel gülen, kararlı, çalışkan, derin geniş yüksek bir insandı benim arkadaşım. Rodin’in miydi o söz: “Taşın fazlasını atıyorum, geriye heykel kalıyor.” İşte bunun şiirdeki karşılığıydı Sina Akyol. İnceldikçe incelen bir dille, damıtıldıkça geriye şiirden başka bir şey kalmayan düşünceyle ve gerisini okuruna bırakan bir anlayışla sürdürdü çabasını. “Arın gövdenden / kendin oluncaya kadar soyun” dedi, daha ne desin? Kendi biçemini yarattı, kimselere benzemez şiirini oluşturdu. Bilinir ki, bir “Sina Akyol şiiri”, bin şiir içinde hemen tanınır. Sina, oya gibi işlediği yapıtlarla, “Şairler ölür, dizeler değil” sözünü her açıdan kanıtlayarak, bu dünyaya “elveda” dedi. Çok özleyeceğim, çok özlenecek. Hayatın ve şiirin başı sağ olsun.
Asıl mesele şudur ki, gittikçe çölleşen, haramilerin ve şiirsizlerin egemen olmaya, sıradanlığın ve yavanlığın at koşturmaya çalıştığı… Uzatmayalım,sözün, düşüncenin, aklın ve inceliğin düşmanlaştırıldığı, ezildiği, boğulduğu bu coğrafyada, yeni Sina Akyol’lar nasıl yetişecek, nasıl bu “hayat zincirine” eklenecek? Gidenlerin bıraktığı dizelerle “an” yaşamak elbette önemli ve değerlidir. Sokak ve hayat ve ülke ve dünya ne olacak? Günübirlik oyalanmalar hiçbir işe yaramaz derken, biz asıl bunları anımsatmaya çalışıyoruz.