Sözlüklerde “Hey, bana bak, sana söylüyorum!” anlamına da gelir,  dikkat çekme işlevi de görür  “hişt” sesi.

“Hişt, hişt” deyince Sait Faik anımsanmaz mı?
“Nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizlerden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin!.. Bir hişt hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları…
Hişt hişt.” 
Sait Faik’in “Alemdağ’da Var Bir Yılan”  yapıtında yer alan öyküsündeki şu sözler de içimde sıcak çağrışımlar yaratır:
“Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burda her şey bir insanı sevmekle bitiyor. ”
Yine “”Yani Usta öyküsünü şu sözlerle bağlar Sait Faik:
“Üzülme be Yani Usta. Beni gördüğün zaman gülümseyiver. Aldırma! Tiyatro da n’oluyormuş? Dünyada dostluk vardır, be! O da ölmedi ya!”
***
Sahi dünyada dostluk denen bir sözcük, bir kavram var değil mi? Sevgiyi, güveni, gönüldeşliği içeren bu sözcüğün kökeni Türkçe değil,  biliyorum; Farsça’dan aparılmış!
Giderek o anlamlı, derinlikli, içtenlikli sözü, seslenişi de unutur gibi olduk. 
Sevgisizleşen, ötekileştirilen, ayrıştırılan bir toplumsal yapının kapısından girdik!
Aşık Veysel “Dost dost diye nicesine sarıldım” diye yaktığı türküsünü, belki insanlarda bulamadığı dostluğu toprakla ilişkilendirip “Benim sâdık yârim kara topraktır” deme gereği duymuştur!
Bedri Rahmi de dostluğu  başka renkle, sesle, çağrışımla taçlandırır: “Dostluk dediğin güzel bir kitap/Hava gibi/Su gibi/Ekmek gibi/Vazgeçilmez bir tad/Sonuna kadar dayanmak şart”
Haydar Ergülen de “dostluk üzerine” şu güzel sözlere can verir: “dostun varsa taşı güle sayarlar, akşamı güne/dostum varsa sözümü şiire sayarlar, beni şaire/dostum var, öyleyse ölebilirim bile!”
***
Sözü dostluktan, güvenden, sevgiden, içtenlikten, sevecenlikten açmışken, benim güzel dostlarıma da diyeceklerim var.
İzmir’de yaşamımın uzun bölümü geçti, geçiyor. Bu durumdan hep kıvanç duyarım, sevinirim. 
Özellikle şiire, yazına yeniden dönüşümün 1990’lı yıllarından sonrasında sevgisiyle, saygısıyla, incelikli sözleri, davranışlarıyla, aydınlanmacı duruşlarıyla biriktirdiğim çok dostum var. 
Elli yıllık dostlarım dediğim, bugüne dek sarsılmaz biçimde süren dostlarımdan eski Anayasa Mahkemesi Üyesi, şair Şevket Apalak Ankara’dan aradığında, uzun uzun öyle bir söyleştik ki telefonda sormayın. 
Yitirdiğimiz ortak dostlarımızı andık, selamlar gönderdik: Aydın Karasüleymanoğlu, Yaşar Durak, İsmail Yılmaz, Sadık Deniz, Sina Akyol, Arkadaş Z.Özger, Abdullah Neyzar Karahan, Hüsnü Züber… 
Elli yıllık dostlarımdan kim kaldı diye bakınca, sayımızın ne kadar da azalmış olduğunu görüyorum.
Ankara’da şair, ressam Avukat Ünsal Piroğlu, İzmir’de eleştirmen Mehmet Yaşar Bilen… İstanbul’da şair Mehmet Kıyat, yine İstanbul’da yazar, yapımcı Sabahattin Çetin, Gaziantep’te Ali Çapan, Mehmet Kara
İyi ki İzmir’de bugüne dek biriktirdiğim seçkin, saygın dostlarım var. Adlarını saysam bu sayfaya sığmaz. Birini unutsam, diğeri eksik kalır; üzülürüm. Dumansızlar’dan, Söz Demi’nden, Yakın’dan, Şiirin Kalbinden, sofralardan, şiirin, yazının diliyle buluştuklarımdan…  
Ama ben Adana, Ankara, Antep, Antalya, Aydın, İstanbul, Diyarbakır, Urfa,  Balıkesir, Bursa, Karabük, Devrek, İzmir, İzmit, Uşak’ta bulunan tüm sanat, yazın emekçisi DOSTLARIMI SEVİYORUM. 
***
Dostlarımı anarım da 43 yıllık dostum Orhan Baykal’ı unutmam olası mı? Bugün Kuşadası KUAKMER’de “Geç Kaldın Be Türkiye” kitabının imza söyleşisinde. Benim de aklım, gönlüm orada olacak.