Kendini anlatma, kanıtlama biçimi olarak önce sanatı kullanır insan. Mağara duvarlarına resim çizmeye başlar. Denir ki şiirini bile önce beden diliyle, yüz devinimleriyle gösterime sokar. Bu ilk aşamadan sonra sanat sürekli değişme, gelişme gösterir. Toplumsal olayların sanatı etkilediği gibi, sanat da bireyleri etkiler. Sanatçı zamanla insan topluluklarının önlerinde yürüyen eylemci işlevi üstlenir.     

Özünde biriken muhalif duruş, sanatçının gerçek yüzüdür; ama bunu toplumun özgürleşmesine, yaşanası özlemlerine, beklentilerine yanıt vermek için kullanır; karşı çıkar, direnir, tepki verir. Kadına şiddete, yoksula, ezilene, kıyıma, baskıya karşıdır savaşımı. Silahsız, topsuz, bombasız… Onun silahı kalemidir, dilinin renk sıcaklığıdır, müziğinin evrenselliğidir, fırçasıdır, söz yüceliğidir, el emeğidir, göz ışığıdır...

Karanlığa, yozluğa, aymazlığa, çarpıklığa tepki gösterir; bugüne ve geleceğe dair var olan kaygılarıyla dünyaya ışık saçar. Şarkısını, şiirini, müziğini, yontusunu, tiyatrosunu, sinemasını toplumsal gerçeklikle üretir, toplumla buluşturur. Bu gerçek sanatın, gerçek sanatçının resmidir, özelliğidir, görevidir, işlevselliğidir.

Ne demişti Tolstoy? “Sanat ancak, belli bir sınıf için değil, büyük  kitleler için  yarar sağladığı zaman, sözü edilebilir bir değere ulaşır.” Alanlarda, kitlesel eylemlerde, sanatçının gücünün ne denli büyük olduğunun da anlatımı değil mi bu sözler?

Sanat, yazın insanı Bedri Karayağmurlar  “Denemeler” (*) kitabında : “Sanat özgürlük ister. Sanat akıl ister. Sanat sevgiyle, inançla çarpan dev gibi yürek ister. Sanat insan ister. Bütün bunların yitirildiği bir ülkede düşünmenin, yaratmanın, bırakın desteklenmeyi, hain pusularda cezalandırıldığı bir ülkede, insan, akıl, duygu nasıl gelişir.”

Bu düşüncelere katılmamak olası mı?

Geçmişten bugüne dünyanın bir çok yerinde, ülkemizde toplumcu, gerçekçi, halktan, doğrudan, emekten  yana olan, üreten sanatçı baskı görmüştür, tutuklanmış, hapislerde yatmış, işkence görmüş, sürgün edilmiş, öldürülmüştür.  Bunun o kadar çok örneği var ki… 

Şaire, yazara,  müzik emekçisine, sanatçıya siyasal erklerin her dönemde  baskı, şiddet uyguladıkları görülmüştür. Siyasetin dili ne acı ki mutsuz kılmış toplumu; yabancılaştırmış, ötekileştirmiştir.

Sanatçının dili sivriyse, bu onun hainliğinden, kötülüğünden, sevgisizliğinden, düşmanlığından, ülkesine, halkına karşı oluşundan değil elbet. 

Sanatçının dili sevgiye, barışa, umuda, aydınlanmaya, çağdaşlığa, erdemli ve soylu duruşa, insanca yaşamaya, evrenselliğe çağrıyı da yansıtır.

Sanatçıya kötücül davrananlar, acı çektirenler, sürgüne gönderenler, işkence edenler,  derisini yüzdürenler, astıranlar adları bilinmese de hep ilençle anılırlar. Tiranların, diktatörlerin, kralların, padişahların, şahların adı unutulur; ama Nesimi’ler, Pir Sultan’lar, Lorca’lar, Victor Jara’lar, Sabahattin Ali’ler, Behçet Aysan’lar, Metin Altıok’lar, Asım Bezirci’ler, Nesimi Çimen’ler…ve daha nicesi toplumların bağrına bastığı, sevdiği sanatçılar yapıtlarıyla ölümsüzleşirler, yaşarlar.    

ASIM ÖZTÜRK’TE  ŞİİRİN SEVGİ DİLİ

Asım Öztürk bugüne değin büyük bölümü şiir olmak üzere otuzun üstünde kitaba imza atmıştır.  Arı-duru Türkçe yazma ve konuşmada diline özen gösteren bir şairdir. O yüzden Şiirin Diliyle (denemeler, (2015), Sözcüklere Tutunmak (Şiir üzerine denemeler, 2015), Dil Yurdum (2006), Dilsiz Ayna (2020, Dil Güneşi (2021), “Dilimizde bir pınar gürlüğüyle”  sanatın özgür, özgün, aydınlık, sevgi dilini kullanır.

Sanatçının dili aydınlıktır, umutludur, evrenseldir.

(*) Denemeler, B.Karayağmurlar,  Pagos Y., Aralık 2021, 295 s.