Şair ezginin, coşkunun, lirik sesin de ustası… Ah o lirizm! Ah o esin kuşları, ilham perileri!..  

Söylence bu ya kısaca özetleyeyim; evrenin tanrılar tarafından bölüşüldüğü çağlarda, Medusa adında güzelliğiyle herkesi kıskandıran, tanrıları kendisine aşık eden bir kız yaşarmış… Güzel Medusa, Poseidon'un kendisine zorla sahip olduğu gece hamile kalmış. Perseus'un gözleri kamaştıran kılıcı Medusa'nın kafasını bedeninden ayırdığı anda, Poseidon'un Medusa'nın rahmine bıraktığı çocukları Pegasus ve Chrsyar, Medusa'nın cansız bedeninden dışarı çıkıvermişler.

Medusa'nın karnından fırlayan Pegasus uçarak Zeus'un Kaz Dağı'nda yaşayan peri kızlarının (Musa'lar) yanına varmış. Pegasus toynağıyla yere vurup dağdan yukarı havalandığı yerde, bir su kaynağı oluşmuş, bunun adına  “ilham kaynağı” demişler.

Lirik şiirin, aşk şiirlerinin ve korolu şiirlerin kaynağı da işte o su kaynağındaki ilham perilerinden gelirmiş.  Antik adı İda, yerli adı Kazdağları olan o büyülü dağ da şiirin çiçek açtığı yermiş.

Söylence şiire ne güzel de yakışmış doğrusu.

***      

Şiir yolculuğunda elbette esinin yeri var. Bir esinti gibi de algılansa, bir yerlerden gelip duyguyla buluşmuşsa, usa yerleşmişse, dizeye başlangıç olmuşsa, şiire uçmuşsa neden kötü olsun?

İlk gençlik yıllarımda  beni de koşullandıran ilham perisi olarak belletilen, dayatılan bu perilerle nicedir işim yok! O periler görünmüyor, dokunmuyorlar da bana.       

Platon şiiri “büyülü söz”  olarak tanımlıyor ya, o büyülü sözü kotaran, oluşturan, biçimleyen, sunan şair de büyücü mü yoksa?  Fuzuli  ise “Bir sonsuzluk duygusu” olarak savunuyor şiiri.  Melih Cevdet Anday “Bilinen sözcüklerle, bilinmeyenlerin söylenmesi” olarak anlatıyor.

Ben şiir için yanıt istendiğinde Ülkü Tamer’in “Şiir İçin Cevaplar”ını anımsarım sık sık.

“Şiir gecenin kardeşidir, / gündüzün annesi / Yürekteki büyükbabadır şiir” diye başladığı o güzel şiir beni  büyüler, çağrışımlar yaratır içimde. Biter mi yanıtlar? Sürer,  belki de “duvarcının türküsü, üzümün güneşi, elmanın kurdu” olur Tamer’in dilinde şiir. Yetmez “Şiir uykusuzluğun şiltesidir, / uykunun haritası.  / Balkonun uyanışıdır şiir..” dizeleriyle de başlı başına yeni şiirler oluşur.  Şiirin son dizesi bir gümbürtü gibi patlar yüreğimde: “Şiir ateşin habercisidir, / yangının kundakçısı. / Yanardağın üstündeki kuştur şiir...”

Evet odur, budur, şudur, hepsidir; ama şiir uzun, zorlu bir yolculuktur. Engebeli, dikenli, karartmalı, sıkıntılı, dertli… Onca yolculuğa değen umutlu, huysuz ama sevimli, hüzünlü, serseri, haylaz, dağınık; dirençli, iyi niyetli, içten, dost…

Özlerinde kesin bir ayrılığı, başkalaşımı mı vermektedir bu biçimler? Şiirde biçim sorunu, şairin yarattığı kendine özgü dilde, daha önce hiç yaratılmamış dünyada yatmaktadır. İmgelerle kurulan bu dünyada her şey bir yandan yaratıcısının kişiliğini, öte yandan içinde yaratıldığı tarihsel dönemin, toplumun derin izlerini taşır.

Kuşkusuz aldığımız notlar, izlediğimiz olaylar, görüntüler, bir biçimde şiirde yerini alıyor. Bu bağlamda  Rilke’nin  yaşadığı dönemin algıları, duyumsamaları içinde şaire öğütlerini de önemsiyorum: "Bir mısra için insan birçok şehirler görmelidir, insanlar ve eşyalar görmelidir, hayvanlar tanımalıdır, kuşların nasıl uçtuğunu hissetmelidir, küçük çiçeklerin sabahları hangi kımıldanışlarla açtığını bilmelidir.”

Rilke’nin öğütleri, önerileri önemli; ancak şair için gözlem, izlem kadar yaşama, topluma, insan renklerine yaklaşmak, algıları iyi değerlendirmek, şiirle buluşturmak da özel bir anlam ve önem taşımalıdır.

Şiire yol açılmalıdır.

(Şiir Yolcusu Kalmasın adlı kitabımdan özetlenerek alıntılandı bu yazı.)