İzmir Kitap Fuarı 22. kez kapılarını açtı.

Elli yıllık gençlik, olgunluk dostum şair Sina Akyol’un bu yıl Kitap Fuarı’nın Onur Konuğu seçilmesi sevincimi katladı.

Sina Akyol değerlimdir. 1967’de başlayan, bu güne dek yıpranmadan sürdürülen bir dostluğun adresidir.

TÜYAP’ın hazırladığı, editörlüğünü Enver Ercan’ın üstlendiği “50. Edebiyat Yılında Sina Akyol” anı kitabını güçlükle de olsa edinebildim o gün!
Bu anı kitabında biri söyleşi diğeri anlatı, iki yazım yer almış. Kitapta yer alan yazımdan bir kesiti paylaşmak istiyorum.

* * *
Yalın sözü yeğleyen, sözü arındıran, şiirini derinleştiren Sina Akyol... Bunca yıl, bunca yaş, bunca şiir, bunca kitap, bunca ödül... Dergilerde onunla ilgili nice yazı, söyleşi... Şiirini örnek alan genç şairler... Şiire adanmış bir hayat.

Ünlem Dergisi’nde (Eylül 2006) yaptığım söyleşiye verdiği yanıt da bunun kanıtı işte: “Sonunda ‘bir S.A. şiiri’ oluşturduğumu düşünüyorum. İnsanın ‘kendi şiiri’ni oluşturabilmesi elbette önemlidir, iyi bir şeydir, ama işte tam da bu noktada tehlikeli bir durum başlar. Ne yapıyorsun o oluşturduğun şiiri? Muhafaza edip kendini mi tekrarlıyorsun, yoksa oluşturduğun şiiri habire derinleştirmekte misin? Ben derinleştirmeye uğraşıyorum.”

Yaşama bakış bağlamında onun yazdığı şiir, yalın olarak nitelenebilir. Akyol diliyle anlatmaya kalkarsak, yalınlığı yaşama dönüştüren, sahiciliği öndeleyen bir şair de denebilir. Bu yalınlık, sahicilik içinde muhalif duruşunu da duyumsatır. Aslında bu bağlamda Sina’nın da yalın söze itirazı yoktur.

Söyleşilere verdiği yanıtlardan bakarsak, Sina Akyol’un “gündelik dilin sözcükleriyle yazan, ama o sözcükleri başka bir çevrim içinde kullanarak farklı bir dile ulaşmaya çalışan” şairliğinin de ayrımına varırız.

Sina, şiirin müziği de içermesi gerektiğine inanır. Sözcük ekonomisine çok önem verir. Gerektiğinde susmanın da bir tepki olduğunu bilir. Sessizliğin ünsüz harflerinden düşündüren şiirler çıkarır. Yerinde ve iyi susulmuşsa sessizlik de kendini duyumsatır, daha bir değerli duruma gelir. Uzun sözün kısasına hakkını verir. Yalın sözün, arındırılmış sözün şairi nitelemesi de bu bağlamda önem kazanır, anlam taşır.

Söylenen ya da yapılan eylem, ciddi görüntüsü altında, karşıt söylenceyi ya da eylemi, çelişki noktasına çekmeye yöneliyorsa, mizahdan farklı olarak, ironi daha öne çıkar, daha eleştirel yaklaşır şair. Bu anlamda düşünürsek, Sina Akyol şiirinde ironiyi her zaman yakalamak olasıdır.

Şiirinde ayrı bir renk, farklı bir tat, ince bir gülümseme yaratır. Sina’yla söyleşirken de ayrımına varırsınız o ironik dilin. Düz yazılarında da rastlarsınız ironiye. “Lokman’la Geçen Şen Günlerim”de ve “Haytalarla Hatmiler”de bu ironik söylem daha yoğundur. Daha sonraki kitaplarında bunu arka planda tutar, gerektiğince kullanır, sindirir dizeleri arasına.

İlk şirden, ilk kitaptan bugüne geçen elli yıl... Sevgili Sina’nın anı kitabında değindiği bir anıyı paylaşmadan bu yazıya son noktayı koymayacağım: “Gençlik arkadaşım Oğuz Tümbaş’ın o zamanlardaki (Ankara) bekâr odasında -kendisinin bütün fiziki engelleme çabalarına rağmen- odanın ortasındaki sobaya atıp yakmayı başardığım şiirlerimi hatırladım. (O ‘şiirleri’ yakmasaydım daha ileriye gidemezdim.)”

Sobada yanıp giden şiir kağıtları; ama küllerinden yeniden doğan bir Sina Akyol… Şiiri ve ömrü uzun olsun.

* * *

Kitap Fuarı sürüyor. Şiirden Yayınları’ndan çıkan “DİNGİN SÖZLER AVLUSU” kitabımın imzasındaydım dün. 27 Nisan Perşembe günü yine aynı yerde kitap dostlarıyla buluşacağım. 28 Nisan Cuma günü de İzmir Gazeteciler Cemiyeti’ne ayrılan bölümde, saat 12.00-13.00 arasında yolu düşen dostlara kitabımla merhaba diyeceğim.