“…

ışıklı bir sabaha uyan ey maral

incitilen yanınla celali sancınla uyan

takaların bir işgale ağlıyor karadeniz’de

suphi dalgaları zorluyor dipten, kalk

söyleyen dilinle, susan ağzınla, kederinle

yurdumun o bizim olan kokusuna tutun, kalk

…”

Şair-yazar Tuğrul Keskin’in, “Kalk” adlı şiirinden kısa bir bölüm alıntılayarak başladı bu yazım…

Tüm dünyanın korona virüs derdi ile uğraştığı, ne var ki, bizdeki durumun biraz daha vahim olduğu aşikâr! Malum; aşılamada ulaşılan sayı henüz yeterli değil ve günlük vaka tabloları da hiç, ama hiç iç açıcı değil! Ancak, hayat devam ediyor ve yurdumun güzel insanları; yazımın girişinde, şiirinden alıntı yaptığım Tuğrul Keskin’in, “kalk” ısrarına tutunurcasına ve bu isteğe katılmak istercesine, yaşamın karasına direnç gösteriyorlar.

Buna en yakın örnek; geçen günlerde televizyondaki ulusal bir kanalda yayımlanan, “Şarklar Bizi Söyler” adlı programa, yurdum insanının göstermiş olduğu ilgi… Çocukluğumun tek televizyon kanallı yılbaşı eğlencelerini anımsadım programı izlerken… Ve çok sonra, özellikle de, sosyal medyadaki paylaşımlardan fark ettim ki, insanımızın ne çok ihtiyacı varmış düzeyli bir eğlence izlemeye… Ya da çığırından çıkmamış, gerçekten samimiyetle dolu olan, reklam da kokmayan programlara… Günün hemen her saatinde; yok dövizdi, yok terördü, yok cinayetti, yok hırsızlıktı, yok koronaydı…

Bahsini ettiğim programdaki, konuk sanatçı Ata Demirer’den biraz bahsedip, asıl konuya geleceğim;

Ata Demirer, çok yönlü bir sanatçı… O gün, eğer izlediyseniz programı; orada da bu özelliğini fazlasıyla ortaya koydu. Tek kişilik sahne performanslarını biliyoruz; izleyenlerin karınlarına kramplar giriyor gülmekten ve gülme krizine sokuyor izleyicisini… Sinema deseniz; “Eyvah Eyvah” üçlemesi, tek başına dev bir örnek… Ut çalıyor, az da olsa klarnet ve piyona da var. Sesi de tanrı vergisi; şarkı da, türkü de okuyor… Ve komedyenliğin vermiş olduğu kazanımı, bizlere sonuna dek aktarıyor. Daha ne yapsın? Ancak dikkat ettiniz mi? Ne kadar çok meziyet üzerinde birikmiş? Elbet ki, tüm bunları sürekli çalışıyordur ve sürekli olarak kendini zinde tutuyordur. Ama yine de her insanın sahip olamadığı meziyetler bir kişide birikmiş.

Asıl konu; futbola geçiyorum!

Az önce vermiş olduğum “Ata Demirer” örneğinde olduğu gibi; bu toprakların futbol sahalarında öyle bir sporcumuz top koşturdu ki, birden fazla yetenek, onun da bedeninde fazlasıyla toplanmıştı. Basketbol ve futbol yetenekleri ile donatılmış olan inanılmaz yetenek, İstanbul’da, 1936 yılının Ocak ayında, dünyaya merhaba diyen Can Bartu’ydu.

Henüz 13’ünde, Fenerbahçe genç takımında basketbol oynamaya başladı. Kısa zamanda göze giren ve basketbol genç milli takımına da seçilen Bartu, Fenerbahçe basketbol takımının daimi oyuncularından biri oluyordu.

Bir Edirnespor-Fenerbahçe futbol maçında, oyuncu eksikliğini gidermek için, futbol takımına çağrıldı. Elbet ki, sporcu kişiliği ve bu karakterin hem basketbol sahasına, hem de futbol sahasına yansıması, tanrı vergisi yeteneği ile birleşince, hocaların gözlerinden kaçamadı.

Ülkemiz spor tarihinde, hem basketbol milli takımında, hem de futbol milli takımında oynayama başarısı gösteren ilk ve tek sporcudur Can Bartu…

Fenerbahçe basketbol takımı ile Galatasaray maçına çıkıp 28 sayı atmış, maçın ardından, futbol sahasına koşup, bu kerre Fenerbahçe futbol takımının formasını kuşanmış, orada da gol atma başarısı göstermiştir. Ve bu olay bir defa ile sınırlı kalmamıştır. Mesela, Beşiktaş’a karşı oynadıkları bir futbol maçında 2 gol atmış, maçtan sonra Galatasaray basketbol takımı ile aynı gün içerisinde oynadıkları maçta da forma giymiş ve 32 sayı kaydetmiştir.

Bu iki örnek, 1957 yılına değin Fenerbahçe forması altında çoğalarak devam etmiş, Bartu; Fenerbahçe’nin basketbol ve futbol takımlarında, aynı anda forma terletmiştir.

1957 yılından itibaren sadece futbola odaklanmış ve 1961yılında İtalya’ya, Fiorentina ekibine transfer olma başarısı göstermiştir. Ülkemiz futbolcuları arasından, Avrupa kupalarında ilk defa final müsabakası oynayan futbolcu unvanı da, Fiorentina-Atletico Madrid maçıyla Can Bartu’ya aittir. İtalya’da tutunmuş ve sırasıyla, Venezia ve Lazio takımlarında da forma giymiştir. Lazio taraftarları harika futbolundan ve beyefendi tutumlarından dolayı Can Bartu’ya, “Sinyor” lakabını takmışlardır.

1967 yılında İtalya’dan ülkemize, tekrar Fenerbahçe’ye dönen Sinyor, 1970 yılında sporculuk yaşamını noktaladı. Uzun yıllar spor yazarlığı ve yorumculuk yaptı. Kendisini kaybettiğimiz gün, 11 Nisan 2019’a kadar spordan ve sporcudan hiç ayrılmadı.

Sinyor Can Bartu, bir efsaneydi ve efsaneler dünyamızı asla terk etmezler!

Dipnot; “Kabiliyet olmadıkça sanatçı olunamaz; ama çalışmadıkça kabiliyet hiçbir işe yaramaz.” Emile Zola.