"...Çocuktum, yaşamımı tiyatroya adadım; 

Hem sevdiğim bir işte, bir sanat kolunda çalışmak için, hem de bu sanat dalının toplumun yüreğinde çiçekler açtıracağına inandığım için...

Bu inanç o kadar derine kök saldı ki, yarın kıyamet kopacağını bilsem bugün ‘Bir tiyatro daha açarım’ diyecek ölçüde bir saplantı gibi.

Saplantı sözcüğü abartılı sayılmasın; tam anlamıyla yerinde.

Çünkü, yeryüzünde tiyatronun binbir derde deva olduğuna inandım bir kez.

Bütün kötülüklerin,  insanın insandan kopmasından, uzaklaşması, birbirlerinin sıcaklığını, sevgisini duyamadıklarından doğuşuna inanç getirdim bir kez.

Artık, beni bu inançtan, bu kanıdan kurtaramazdı kimse.

Onun için, bu yolu doğru yol belledim.

İyiliğe, güzele, gerçeğe çıkaran yol.

Herkesin, özellikle tüm ailenin, ‘Bu tuttuğun yol çıkmaz yoldur’ diye öğüt verdiği günlerde de, bu yolun beni aydınlığa götüreceğine, benimle birlikte tüm toplumu da ışığa kavuşturacağına, küçücük kafamda geniş yer vermiştim artık. 

Bu başlangıçta saf, çocuksu bir düş'tü belki; ama sonunda, gerçeğe dönüşen bir olgu çıktı ortaya.

Düşün sınırlarını da aşan bir sonuca varıldı."

****

Çağdaş Türk Tiyatrosu'nun öncüsü, "Büyük Usta" Muhsin Ertuğrul, tiyatroya adanan yaşam öyküsünü böyle anılarında dillendirmiştir.

Ertuğrul; azim, dirençtir! Cumhuriyet'in idealist ilke sahibi kültür/ sanat isimleri arasında ilk sıralardadır.

O dönem tiyatro ve sinemadaki kurumsal yapılanmalar onun imzasını taşır. 

"Gerçek medeniyet, edebiyat ve sanattan doğar. Tarih, tiyatrosuz yükselmiş bir millet gösteremez" sözü, mottodur!

Bir temel taşıdır o tiyatromuzun...

"Darülbedayi", yani İstanbul Şehir Tiyatroları ile özdeşleşmiştir.

Orayı Şekspir, Schiller, İbsen de oynayan, çağdaş bir topluluğu hâline getiren "efsane" olmuştur. 

Sayısız sanatçı onun "okulundan" mezun olmuştur.

Tiyatronun yanında operetlerin de sergilenmesine olanak tanımıştır.

75 yıl önce dönemin valisine Açık Hava Tiyatrosu’nu yaptırmış, orada "Kral Oidipus"u sahneye koymuştur.

Sonra... Devlet Tiyatrosu ve Operası'nın başına geçmiştir. 

*****

Sinemaya da katkısı büyüktür. 

İlk sesli Türk filmi "İstanbul Sokaklarında" ve "Bir Millet Uyanıyor"u çekmiştir.

Ertuğrul, "Karım Beni Aldatırsa", "Söz Bir Allah Bir", "Leblebici Horhor Ağa", "Aysel Bataklı Damın Kızı" filmlerinde senarist olarak "Mümtaz Osman" takma adını kullanan Nâzım Hikmet'le birlikte çalışmıştır.

1922'den 1940'a kadar tek film yönetmenidir. 

****

Muhsin Ertuğrul,  tiyatromuza en büyük katkıyı Büyük Önder Atatürk'ün sağladığını savunmuştur. Burada Atatürk'lü bir anı, kendi anlatımıyla;

"Şöyle bir otuz üç yıl öncesine dönersek, o günlerde gittikçe azalıyorduk. Kısa sürede iki yüz hevesliden belki yirmiye inmiştik. Arkadaşların çoğu tiyatrodan çekiliyor; kimi milletvekili, kimi avukat kimi doktor oluyordu. Sanatın ağır yükü; geçimin katı ve kuru kaynağı sanatçıların ömürlerini törpülüyordu. Çoğumuz hastalanıyor, devrili devriliveriyordu. İşin kötüsü bizden sonraki kuşak tiyatroya aşırı istek duymuyordu. Bütün bunlar bizi kara kara düşündürüyordu: Ne yapsak da tiyatronun kaynağını kurutmasak, yeni yeni sanatçılar üretsek diye.

Gazi Mustafa Kemal Hazretleri’nin gösterilere gelmesi, bizim için en büyük armağan oluyordu(...)

‘Benim ta ataşemiliterlik çağımdan beri memleketimizde görmeyi candan özlediğim bir hayali gerçekleştirdiniz. 

Şimdi ben Devlet Reisi olarak size soruyorum: Hükümetten ne gibi yardım istersiniz?’

O anda Gazi Hazretleri’nin engin gözlerine baktığım zaman, ülkenin olduğu kadar tiyatronun da ileri günlerini düşündüm. Geçmişin değil geleceğin önemini anımsadım.

‘Bir tiyatro mektebi istiyorum Paşam’ diyebildim.

Gazi, hemen Başbakan İsmet (İnönü) Paşa’ya haber göndertti ve çağırttı.

‘Paşam sizi rahatsız ettim, fakat mühim bir hususu size arz etmek istiyoruz’ diye beni tanıştırdı.

Bana da ‘Haydi, isteğinizi Paşa’ya tekrarlayın’ buyurdular.

‘Bir tiyatro mektebi istiyoruz Paşam’ dedim.

O akşam Gazi Hazretleri genç Türkiye Cumhuriyeti’nin hemen bütün önde gelenlerinin ortasında, Türk tiyatro sanatçıları için cömertçe dağıttıkları bin bir iltifattan sonra, söyledikleri sözleri şöyle bitirmişlerdi:

‘Efendiler! 

Hepiniz me’bus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, hatta reisicumhur olabilirsiniz fakat sanatkâr olamazsınız. Hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu çocukları sevelim.’

****

Bir anekdot daha...

Cumhuriyet'in ilk yılları. "Darülbedayi" Ankara turnesindedir. Oynayacakları oyuna Vedat Nedim Tör’ün (Kör piyesi), Ata­türk de gelecektir. 

Zamanın İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Muhsin Ertuğrul’la tem­silden önce konuşur:

-Muhsin Bey, Ata gelmeden, perdeyi sakın açma!

-Biz, geleneğimiz gereği saat dokuz oldu mu perdeyi açar oyuna başlarız.

-Aman.

-Maalesef!

-Atatürk, durumu nedeniyle biraz geç kalabilir.

-Benim bildiğim Atatürk, her şeyi bırakır, tiyatroya zama­nında gelir.

Ve o gece, birinci zil, ikinci çalar. 

Atatürk gelmemiştir. Üçüncü zil çalar, perde açılır.

Gerisini, Muhsin Ertuğrul’dan dinleyelim:

“Perde açılırken, sahnede rol gereği, ceketimi çıkarıyordum. Göz ucuyla baktım. Atatürk, yanındakilerle, Cumhurbaşkanlığı loca­sına, yeni gelmiş oturmakta.

Rahatladım.

Oyundan sonra, lo­casında bizleri kutlayan Atatürk ‘Nasıl Muhsin Bey, tiyatroya tam zamanında geldim değil mi’ dedi.”

*****

Muhsin Ertuğrul 44 yıl önce bugün aramızdan ayrıldı.

Tiyatroya, sinemaya tek başına damgasını vuran, olağanüstü bir sanat mücadelesinin yılmaz savaşçısıdır.

Hep de öyle anılacaktır.