Devletler ve uluslar var oluşları sürecinde birçok olumlu, olumsuz olaylarla karşılaşırlar. Bunların bir kısmı sel, yangın, deprem gibi doğal afetler, kimisine insanların kendi uygulamaları ile oluşan olaylardır.
Doğal afetleri önlemek için tarih boyunca çeşitli yöntemler denenmiş ve
geliştirilmiştir. Sel ve tsunami gibi olaylara karşı bentler, barajlar yapılmış, göl ve Deniz kıyıları tahkim edilmiş, suyun akış yönünü değiştirmek için arazi değişiklikleri yapılmıştır. Depreme karşı erken uyarı sistemlerinin yanı sıra yerleşim birimleri güçlendirilmiş, kullanılan malzemeler değiştirilmiş, insanların sağ kalabilmeleri için ne yapmaları gerektiği öğretilmeye çalışılmış ve hala çalışılmaktadır. Yangınlara karşı dönemin en etkin araç gereç kullanılmış insanların buna neden olmaması için tonlarca laf edilmiştir. Tüm bunlara karşın doğa olaylarının verdiği zararlar ortadan kalkmamıştır.
Bunların yanı sıra bir de insan eliyle yapılan yıkımlar vardır. Savaşlar, göçler, ekonomik krizler, insanlarım yaşamlarını ve var oluşlarını sürdürülebilmeleri açısından doğal afetler gibi etkili olmuştur.
Uygulanan politikalar sonucu toplum, can güvenliği, adalet arayışı, ekonomik
yıkım, işsizlik, gelecek korkusu çemberi içerisine itilerek “TÜKENMİŞLİK”
Sendromuna sokulmuştur.
İnsanlık bunlara karşı aldığı önlemler, yeni yöntem ve buluşlarla varlıklarını
korumuşlardır. Bunu başaramayan ulus ve devletler tarih sahnesinden silinme sürecine girmişlerdir. Bu konularda başarı çizgisinin temelinde sosyal yapı ve dayanışma yatar. Asırlardır birlikte yaşayarak oluşturulan sosyal yapının bozulmasının ise onarımı hemen hemen olanaksızdır. İç ve dış etkenlere karşı bu yapının korunamaması halinde ulusların varlıklarını sürdürmesi olanaksızdır. Onun için “Sosyal Çöküş”e meydan vermemek gerekir.
Ülkenin geleceği için bu çember kırılmalıdır.