Ortak bir yanlışımız var.
Olayların hızından kaynaklanıyor sanırım.
Bence bu da bir taktik.
“At, tut, yakala, unuttur” taktiği...
Günlerdir hep bir ağızdan Sözcü Gazetesi'nin, Gökmen'in, diğer gazeteci arkadaşlarımızın “terör örgütü üyesi olmadığını” savunup duruyoruz.
Bence yanlış yapıyoruz...
Soruşturmayı açanlar da iyi biliyor ki, böyle bir şey mümkün değil.
Değil olmasına değil ama, soruşturma açılması yönünde bir “irade” var ortada. O iradeyi, o iradenin tutumunu “eleştirmek” yerine, savunmaya geçiyoruz.
***
Her şey ortada, apaçık eski dilde “aleni” yapılıyor.
Demokrasiye aleni tecavüz ediliyor, hukuk aleni katlediliyor, insanlar aleni linç ediliyor.
Herkes biliyor ki, bir gazetecinin “haberi” ile darbe yapılmaz.
Darbeye yol gösterilmez.
Zaten darbe yapacaklar, gazetecinin bilgisine güveniyorlarsa, onlara darbeci falan denmez.
Üfürükçülük olur onların yaptığı.
Tıpkı şimdi yapıldığı gibi...
***
En büyük kötülük çok yakınımızdan gelir.
Tıpkı Sözcü operasyonunda olduğu gibi.
Önce Fehmi abi ifade verdi öyle yapıldı sandık.
Ama görünen o ki, Fehmi abinin dışında daha iki tane daha “uzman ihbarcı” var ve biz bunların kim olduğunu bilmiyoruz.
Bilmeliyiz...
Bilmeliyiz “gazeteci kılığında” ihbarcılık yapan bu çok bilmiş iki ismi.
***
Ve bir başka yanılgımız daha...
“Arena” kelimesinin değişmesi söylendi ve hiç irdelemeden “alkış” tutanlar kervanına katıldık.
Oysa gerçek öyle mi?
AKP'nin ikinci kez iktidarından sonra ortaya çıktı bu “arena” sevdası.
Antalya Atatürk Stadı, oldu Antalya Arena.
Afyon Atatürk Stadı, oldu Ayfon Arena.
Konya Atatürk Stadı, oldu Torku Arena.
Bursa Atatürk Stadı, oldu Timsah Arena.
Sakarya Atatürk Stadı, oldu Sakarya Arena.
Antakya Atatürk Stadı, oldu Hatay Arena.
Beşiktaş İnönü Stadı, oldu Vodafone Arena.
Kocaeli İsmet Paşa Stadı, oldu Kocaeli Arena.
Eskişehir Atatürk Stadı, oldu Es-Es Arena.
Samsun 19 Mayıs Stadı, oldu Samsun Arena...
Yani görünen odur ki, Atatürk adını statlardan “silmek” için başlatılan “arena” operasyonu başarıyla sonuçlanmış.
Şimdi dönüş yeniden stadyuma...
***
Sonuç şudur:
Ne olduğumuzu, ne yaptığımızı, nerede durduğumuzu gayet iyi bilmelerine rağmen kendimizi savunmamızı istiyorlar.
Hiç ihtiyacımız yok.
Hiç ihtiyacımız yok...