“Yağmur Oğlum!
Bugün tam 1,5 yaşındasın. Vasiyetnameyi bitirdim, kapatıyorum. Sana bir resmimi yadigâr olarak bırakıyorum. Öğütlerimi tut, iyi bir Türk ol.
Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır. Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romenler yeni düşmanlarımızdır.Japonlar, Afganlar ve Amerikalılar yarınki düşmanlarımızdır.
Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içerideki düşmanlarımızdır.
Bu kadar çok düşmanla çarpışmak için iyi hazırlanmalı. Tanrı yardımcın olsun.”
Şovenizmin ve ırkçılığın çıtasını aşılamaz bir yere koyan 4 Mayıs 1941 tarihli bu mektup, ülkemizdeki faşist hareketin önemli bayraktarlarından Nihal Atsız’a ait.
Bugünlerde Herodot Tarihi’ni yeniden okuyorum. Halikarnaslının kaleminden, o günün “bilinen” dünyasının hemen her yerindeki site devletlerini, halkları, hayata bakışlarını ve elbette yönetenlerini okumak, harika bir yolculuk. Bin bir öyküde dolaşırken, insan bir kere daha görüyor ve öğreniyor ki, halklar değil, daima devletler ya da başlarındakiler birbirine düşman ve olan hep halklara oluyor.
***
İlginç olan, başı sıkışanın, yaptığına kılıf arayanın, yönettiklerine “Ben söylemedim, o söyledi” kurnazlığına sığınanların, kendi aralarında gizli kapaklı muhabbet sürdürüp “Al gülüm ver gülüm” koalisyonu ile dünyayı yönetenlerin, istisnasız biçimde Delphoi Kâhinine başvurması. Kâhinin “Kafana göre yorumla, işine geldiğince halkına pazarla” meali metaforik fetvalarla, her cinsten tirana yol vermesini nasıl anlatmalı? Daha da ilginç olan ise, coğrafyalarda türlü adlarla tapınılsa da, canlılar ve ölüler dünyasının yöneticisi Zeus ile Olympos sakinlerinin, olanı biteni izleyip, kendilerince bir o yandan bir bu yandan olması. Böyle bir dünyada Halikarnaslı ne yapsın? Pespayeiktidar savaşlarını, katillerin ikballeri uğruna mahvolan coğrafyaları, sömürüleriyle perişan olan kültürleri anlatmaya çalışıyor. Demet demet bir birini boğazlayanlara, hayatları karartılan zavallılara, yıkılıp talan edilen uygarlıklara uğruyor. İki lokma bir hırka için onurlarından vaz geçen halkları, varlığını ancak başkalarını kötülemek, ötekileştirmek, diş bilemek ve düşman görmekle sürdürebileceğineinandırılan zavallıları da anımsatmayaçalışıyor. Hemen her savaşın ve dalaşmanın sorumlularının, iktidarını korumak için her şeyi mubah gören tiplerin gerekçelerini ağızlarından ve Herodot’un harika anlatımından okurken, her satırda aklıma yukarıdaki mektup geldi.
***
İ.Ö. 425’te öldüğü düşünülen Halikarnaslıdan ve başyapıtından söz ediyor, ortalama 2500 yıl önce anlatılanlarla günümüz arasındaki koşutluğa dikkat çekmeye çalışıyoruz.
Bu arada, Herodot Tarihi’ni dilimize çeviren Müntekim Ökmen’i de saygıyla analım. 1915’de doğan Ökmen, TKP saflarında toplumsal mücadelesini sürdürmüş, Rene Descartes’ten Marguerite Duras’yabirçok değeri dilimize kazandırdıktan sonra, onurla yaşadığı yeryüzüne ve ülkesine 2003’te elveda demiştir.
Konusu 1 Mayıs İşçi Bayramı ya da Emek ve Dayanışma Günü olan bir yazıda, birbiriyle ilgisiz gibi görünen iki unsurdan niye söz ediyoruz? İster binlerce yıl önce, ister bugün yaşadığımız tarih diliminde, yeryüzüne ve coğrafyalarına egemen olan benzer zihniyetleri teşhis, teşhir ve mahkûm etmedikçe, 1 Mayıs’ın işaret ettiği değerlerin anlatılması ve yaşam biçimine evrilmesi olanaksızdır.Emeğe, doğaya, özgürlüğe, adalete, barışa, demokrasiye, laikliğe, aydınlanmaya olan rezil düşmanlıklarını görmek, fazla bir zekâyı, yıkımları bir kere daha yaşama saçmalığını ve aymazlığını gerektirmiyor.
***
Yeryüzü bugün Delphoi’lerin, Olimpos’ların ve onların her türlü yetki ve sultayla donatılmış temsilcilerinin yarattığı ağır, kanamalı, aklı ve onuru çiğneyen, savaş ya da salgın her türlü beladan “fırsat” üretmeye çalışanlar ile kölelerininsaldırısı ve baskısı altındadır. Din, milliyet, kan, köken enstrümanını tıngırdatan ve kin, düşmanlık ve bitmeyen yoksulluktan başka çaresi kalmayan Darieus’lardan kurtulmak, önce bu gerçeği net, mertçe ve Türkçe söylemekten geçiyor. Bunu bilmeden 1 Mayıs’ı nasıl kutlayabiliriz? İttiriversen faşist, kaktırıversen yobaz olacak, titrek korkak omurgasız duruşlarla mı? Bir kere de, kırılmadan kıvırmadan söyleyiniz: “Faşizme karşı omuz omuza!”Haksız mıyım sevgilim?