1 Mayıs; işçinin ve emekçinin bayramı… Kutlamaya çalışıyoruz bütün çalışanlar, emeğin yüzlerce farklı varyasyonunu harcayanlar…
Kutlu olsun o zaman…
Kutlu olsun, olmasına da… Ancak, bu kutlama hadisesi biraz karışık! Haydi, gelin azıcık siyaset yapalım ve ardından bu yazıda olması gereken yere, spora getirelim 1 Mayıs konusunu…
1 Mayıslar, ülkemizde, neredeyse hemen her yıl kutlanıyor ama kavga, gürültü, kıyamet... Nerede bir kalabalık ya da emekçi kalabalığı olsa, kolluk kuvvetleri tepelerinde… Kutlama izinleri ya tam verilmiyor, ya “A meydanı olmaz, B meydanı daha uygun” şeklinde öneriler ve elbet ki zıtlıklar, yürüyüşler, ya da “buyurun gelin ama basın açıklaması, slogan yok” şeklindeki bastırmalar… Ya da bu kutlamalara tamamen izin verilmez bazı il/ilçelerde…
Nedir devleti yönetenlerin, yine bu ülkede yaşayan ve bu ülkenin kalkınması için ter döküp, emek sarf edenlere garezi?
“1 Mayıs bahanesi ile kalabalıklara karışacak provokatörlerin, halkımıza zarar vermelerinden korkuyoruz” ya da “1 Mayıs bahanesi ile bölücü terör örgütlerinin eylemlerinden endişe duyuyoruz, ki vatandaşımızın kılına zarar gelmesin”…
Evet, ben de korkuyorum ya da ben de endişe ediyorum benzer, kötü durumların ortaya çıkmasından… Ve aklıselim kim ister ki, 1 Mayıs veya benzer özel bir gündeki meydan buluşmalarında insanların canı yansın? Kolluk kuvveti mensubu ya da alanlara dolan yurttaşlar… Kim ister ki burunları kanasın? Canlarına zeval gelsin? Hepsi yurttaş değil mi bunların? Ve daha da ötesi; kolluk kuvvetleri de işçi, emekçi değil mi? Onlar da çalışan değiller mi? Halaylara dahil olup, hep beraber halay çekileceğine!
Sonra; demokratik haklardan değil midir, gösteri ya da yürüyüş? Sosyal hukuk devletinin gereklerinden değil midir?
Tamam, spora geçiyorum;
İşçi, emekçi… Her kim ki, bir iş yapıyor, bir görev ifa ediyor ya da herhangi bir şey üretiyorsa, elbet ki karşılığını almak zorunda; maddi ya da manevi olarak… Sporcuların da, üretime katkıda bulunmadıklarını düşünmek büyük yanlış olur. Yani, aslında spor yaparak, bedensel ya da ruhsal anlamda, sadece kendilerine fayda sağlamıyorlar. Evet, kabul edelim ki; spor yapan bir sporcunun sağlığının, kendisini tribünden ya da televizyondan izleyenden daha iyi olması olasıdır ve elbet ki izleyici, izliyor diye vücut zindeliği kazanamaz. Ama manevi tatminler, insanın ruhuna, kalbine iyi gelir. Yani sporcular, kendi sağlıkları için spor yaparken, izleyenlerin de gönlüne dokunurlar. Bir de, bu sporu yaparken para da kazanıyorlarsa, kendilerinin ve ailelerinin yaşam kaynaklarından olurlar.
Peki, sporcular işçi midir, emekçi midir? Ya da her ikisi de mi?
Yıllar önce bu soru ya da bu yaklaşım, polemik konusu olmuştu. Hemen hafızalarımızı tazeleyelim;
Galatasaray Spor Kulübü eski Başkanlarından Ünal Aysal, divan kurulundaki bir konuşmasında, dönemindeki teknik direktörlük görevini üstlenmiş olan Fatih Terim için, “yararlı bir eleman” yakıştırması yapmış ve ortalık ayağa kalmıştı. Ünal Aysal’a göre, Fatih Terim, kulüpten ücret alan ve bu ücreti karşılığında, sözleşmesinde bulunan yükümlülüklerini yerine getirmek zorunda olan bir personeldi, elemandı, işçiydi. Elbet ki, Fatih Terim aksini düşünüyordu; yani öylesine sıradan bir eleman yakıştırmasını doğru bulmamıştı kendisi için...
Sadece, ülkemiz standart kazançlarının biraz üzerinde kazanan bir işçiydi belki de... Peki, sadece Fatih Terim mi? Süper Lig ve 1. Ligdeki tüm çalıştırıcılar ve sporcular, ülkemiz normallerinin kat ve kat üzerinde kazanan spor camiası kişilikleri… Ligler düştükçe ya da izlenme oranı daha da azaldıkça, sporcuların ve ait oldukları camialarda görev alanların kazançları da düşüyor. Bir de tamamen aynı görevleri yapıp da, hiç kazanamayanlar var; amatörler... Kazansalar bile, aylığa vurdunuz mu, komik rakamlar ortaya saçılır. Bu da onları gerçek spor emekçisi ve spor işçisi yapar benim nazarımda!
İş, dönüp dolaşıp, adaletli kazanım sistemine geliyor. Elbet ki, sportif kazanımlarla beraber…
Dipnot; “Demek ki, çok para kazanandan işçi ya da emekçi olamıyor!”