Ortadoğu’da halklar hiçbir zaman kendi yazgısını belirleyemedi. Bunun için gerekli bilinç, duruş ve itiraz biriktirmesine izin verilmedi. Din, söylence ve feodal kibirle donatılıp, bunun en iyi yaşam biçimi olduğuna inandırıldı. Soyutta asil, somutta köle olmanın çelişkisini görmesi engellendi. Gerçekle sınanmasına izin verilmeyen kadim masal ve söylencelerle, ezgi ve ahlak öğretileriyle oyalanması ve yetinmesi, bir kültür haline dönüştürüldü. Küçük ve ütopik itiraz adacıkları bile, Oryantalizmin sırt sıvama katkısıyla, bunu bir üstünlük ve ayrıcalık olarak gördü. İtiraz ediyorum sanırken, itirazını saçmasapan romanlara, filmlere malzeme etti. Sınıfsal yaklaşımın göz ardı edildiği oyalanmalarla, zamanlar ve zeminler tüketildi. Bugün genelde Ortadoğu’ya, özelde İran’a dair sol yaklaşımlarda, bu yaklaşımın kalıntıları ibretle gözlemlenmektedir. İtirazların savrulmasının ve yanlış seçeneklere sürüklenmesinin nedeni budur ve bu konu özel bir irdelemeyi hak etmektedir.

KANLI ÇORBA!


Ortadoğu, doyuma ulaşma dilimlerinden sonra, periyodik olarak kanlı bir çorba gibi karıştırıldı. Haritaları, birbirleri arasındaki ilişki ve iletişimler, hayatı algı ve yorumlama birikimleri, hep kısık ateş üstünde tutuldu. Zamanı geldiğine karar verildiğinde, o ateş cehenneme çevrildi. Halklar, kültürler, inançlar birbirini boğazlayacak vahşi düşmanlara dönüştürüldü. Hiçbirinin hayatla ve gerçekle sınanmasına izin verilmedi. Babil’in bir söylence değil, bugünlerin temelinin atıldığı kirli ve korkunç bir oyunun taktiği olduğu, böyle bir düzenbazlıkta asla düşünülemezdi. Aztekler, Mayalar, Kızılderililer ve bilcümle uygarlık sıfırlanmış ve üstlerine bir daha geri dönülemez ülkeler kondurulmuştu. Ortadoğu’nun, modern çağ sömürgecilerince o uygarlıkların fotokopisi olarak görüldüğü ve tutulduğu, herkesin bilip kimsenin söylemediği bir gerçekliktir. Antisemitizm manyaklığından, emperyalizmin sırtı sıvazlanan jandarmalığından ve inanç mağdurluğundan beslenerek, bu ateşin körükçülüğüne soyunan İsrail, kuşkusuz bu gerçekliğin payı ve paydaşıdır. Pay ve paydaşlık görevini üstlenen diğer unsurların, yaptıkları ve yapmadıkları büyük bir çapsızlık ve ihanet olarak, insanlık tarihine skandallar, vandallıklar ve kanlı cinayetler olarak yazılmaktadır. Birinin o dinden ve kökenden olup, boğazlamaya çalıştığının öteki dinden ve kökenden olmasının, hiçbir önemi ve farkı yoktur. Bunlara en insani ve vicdani duygularla karşı çıkmanın, İslam ya da Yahudi düşmanlığı ile suçlanması ise, bundan ekmek yiyenlerden başka kimseye hizmet etmeyen, kocaman bir palavra ve çarpıtmadır.
Emperyalizmin ve Ortadoğu ile çevresindeki işbirlikçileri, kendi yarattıkları bu düzeni, coğrafyayı insanlık cehennemine dönüştürerek, yeniden kurmayı istiyor. Bizzat kendi elleriyle oluşturduğu sistem, mekanizmayı yeniden başlatma peşindedir. İran’da o mollalar, yalnızca İranlıların iradesiyle gelmedi. Tıpkı Şahlık gibi, mollalık da aynı biçimde belirlendi ve şimdi bölgedeki tüm ülkelerle birlikte yeniden ve günün gereklerine göre kurgulanmak istiyor. Kısık ateşe nicedir petrol dökülüyor, parlaması ve kasıp kavuracak olması, halklar dışında kimseyi ilgilendirmiyor.

ORTADOĞU: DİKTATÖR ÇÖPLÜĞÜ


Dinden, ırk ve kökenden beslenenlerin bilmediği şudur: Emperyalizm kendinden başka emperyalizm istemez. Bu bağlamdaki girişimleri ve heveslilerini, ya parçası haline ya da kepazeye dönüştürür. Dinlerin, mezheplerin, kökenlerin içine seslenen propagandalar; ilkel demagoji örnekleri olduğu kadar, işi bitince itibarsızlığın kuyusuna atılacak saçmalıklardır. Ortadoğu aynı zamanda, işbirlikçi diktatör çöplüğü ya da mezarlığıdır. Bu bağlamda, sayesinde iktidara gelmişlerin efelenmeleri ve hamasi itirazları da aynı yazgıya mahkûmdur.
Türkiye Cumhuriyeti, bu cehennemde farklı ve onurlu bir duruştur. Oluşturduğu alt yapı, kuruluş ve sonrasına dair pek çok sorunun çözümüne olanak tanıyan bir kaliteye ve yönelişe sahiptir. Nice katakulliye rağmen, bu nitelikleri yok saymaya kimsenin hakkı olamaz. Bunun başında aydınlanma ve seküler bir anlayışla, bireyin kuldan yurttaşa, ümmetten topluma evrilmesini amaçlayan hedefler gelir. Kendini sol olarak tanımlayan her unsur, bu nitelikleri ıskalamamak ve sahiplenmek durumundadır. Sorun, Türkiye Cumhuriyetinin bu cehennemdeki yerine ve başına bin dert açanlara dair belagat üretmek değildir. Yapılması gereken, büyük bir yoldaşlık buluşmasıyla gerçeği anlatmak ve reflekse dönüştürüp göstermektir.
Yazıyı gönderecekken haberlerini aldım. Münir Özkul ve Aydın Boysan… Ah!