Gerence’de evimizin bahçesinde her sabah çiçeklerini tazeleyen mor renkli Meksika Petunyasını görünce içim açılıyor, umudum tazeleniyor. Japon güllerinin pıtrak gibi açan pembe çiçekleriyle de göneniyorum.
Yasemenlerinin, hanımellerinin, sardunyaların, begonvillerin, zakkumların da hatırını sormadan güne başlamak olası değil.
Ne ki sanal ortamda paylaşılan, gazetelere, radyolara, televizyonlara yansıyan haberler ise sarsıcı, ürkütücü, korkutucu boyutta!
Yoksunluk, yoksulluk, korona, delta, sel, yangın, depremler, ölümler, öldürümler, yıkımlar, kırımlar, kıyımlar…
Tüm sıkıntılar, hüzünler, kederler, acılar, sorunlarla boğuşurken de umudun çiçek açan dallarına tutunuyoruz.
Çağlar öncesi Aristoteles “Umut, uyanık insanların rüyasıdır.” sözünü boşuna söylememiş olmalı.
Yunanlı şair Theocritus, (MÖ 3. yüzyıl) "Yaşam varsa, umut da vardır; sadece ölülerin umudu bulunmaz" diye yazar. Theocritus'tan esinlendiği düşünülen filozof Cicero’nun da "Hasta adamın ömrü oldukça, umudu da vardır" dediği söylenir.
Umut için, beklentinin, geleceğin, iyimserliğin, sevginin, barışın, dayanışmanın, paylaşımın, güzelliğin ortak duyarlığı desek olmaz mı? Yaşamın dayanağı, güvencesi, birikimi… Umut olmazsa aşk da, sevgi de, düş de, şiir de eksik kalmaz mı?
***
Şiirimizin onurlu, coşkulu, aşklı, umutlu, aydınlık şairi Nâzım Hikmet dizelerinde nasıl da umuda koşturur bizi: ”İşler, atom reaktörleri, işler, / yapma aylar geçer güneş doğarken / ve güneş doğarken hiç umut yok mu? / umut umut umut /….umut insanda.”
Ahmed Arif “Anadolu” şiirinde umudun ipini tutmaz mı? “Nerede olursan ol, / İçerde, dışarda, derste, sırada, / Yürü üstüne üstüne, / Tükür yüzüne celladın, / Fırsatçının, fesatçının, hayının… / Dayan kitap ile / Dayan iş ile. / Tırnak ile, diş ile, / Umut ile, sevda ile, düş ile / Dayan rüsva etme beni.“
Metin Altıok ”Kanadı Kırık Bir Akşam”dan şöyle seslenir: “Yarın farklıdır bugünden,/ Adı değişir hiç olmazsa. / Kara bir suyu / Geçiyoruz şimdilerde / Basarak yosunlu taşlara. / Sen bugünden yarına / Birazcık umut sakla.”
Gülten Akın, “Deli Kızın Türküsü”nü de umudun sevgi boyutuyla ne güzel özdeşleştirir:“Sabahleyin / Karayı kaldırın mavi koyun umudumu yitirmedim / Beni çağırın gülümserken uykunun bir yerinde / Eliniz beyazken uzatın isterim / Karayı kaldırın sevgi koyun umudumu yitirmedim”
Olumsuzluğun, acının, hüznün, kirlenmişliğin, kötülüğün ardından yekinişin, sevincin, beklentinin, heyecanın adresi umutta buluşmak neden kötü olsun?
“UMUDUN SESİ” VAR MI?
Şairin, yazarın izleği, imgesi, söz coşkusu da çoğu kez umut değil mi? Öykücü, şair, romancı isterse “umudun sesi”ni iletir bize.
Kısa sürede yazın dergilerinde şiirleri, denemeleri, öyküleriyle sıklıkla izlediğim Nurdan Aladağ’ın yeni çıkan Çantanın Gizemi (*) kitabındaki “Umudun Sesi” öyküsün de “umudun sesi”ni dinledim.
“Seni öylece yerde, başından akan kanı gördüğümde öldüğünü sandım, diyen Emre o anları anlatarak eksik parçaları tamamlıyordu adeta. ‘O kuşun peşinden gidişine engel olamamıştım. Yanına gelene kadar olan bitenin hızına da yetişemedim. Doktorların Allah’tan umut kesilmez sözüne dört elle sarılıp bu günün gelmesini bekledim. Seni kaybetmeye dayanamazdım. Herkesin önünde yeniden soruyorum: Yaşamaya var mısın?
Feyza’nın sesi hastane duvarlarında yankılandı: ‘son nefesime kadar…”
***
Hadi bir kez daha seslenelim: Yaşam varsa umut da var…
(*) Çantanın Gizemi, Hayal Y. Haziran 2021, 64 sayfa