Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin uluslararası hukuki temelini oluşturan antlaşmanın veya topraklarının tapu senedinin onaylanmasının ortaya çıkmasının müzakerelerine, 20 Kasım 1922'de İsviçre'nin Lozan şehrinde başlandı.
24 Temmuz 1923'e kadar geçen 8 aylık süre içerisinde çetin müzakereler sonucunda imzalandı ve Türk toprakların parçalanması anlamına gelen Sevr Antlaşması'nın yerini aldı..
Atatürk ne diyor?..
“..Lozan Barış Antlaşmasındaki hükümleri, Sevr Tasarısı, 1921, 1922 gibi öbür barış önerileriyle karşılaştırmanın yersiz olduğu düşüncesindeyim.
Bu antlaşma, Türk ulusuna yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevres Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış, büyük bir öldürme teşebbüsünün yıkılışını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde görülmemiş bir siyasi zafer eseridir!..
(Türk Dil Kurumu, SÖYLEV, 1978, S.561)
LOZAN (Lausanne), İsviçre'de, Fransızca konuşulan “Suisse Romande” veya “Romandie“ kısmında olup, Vaud kantonunun başkentidir.. Lozan, Cenevre Gölü kıyısındadır. Cenevre kentine 60 km uzaklıktadır, kuzeyinde Jura dağları ve gölün karşı tarafında da Évian-les-Bains (Fransa) bulunmaktadır.
Lozan şehri, Türk Yakın Tarihi’nin en önemli dönemeçlerinden biri olan Lozan Antlaşması’na ev sahipliği yaptı ve antlaşma 24 Temmuz 1923'te Lozan'da Beau-Rivage Palace'da imzalandı.
Lozan Antlaşması (Dönemin Türkçesi ile Lozan Sulh Muâhedenâmesi), 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre'nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) temsilcileriyle Britanya İmparatorluğu (İngiltere) , Fransız Cumhuriyeti, İtalya Krallığı, Japon İmparatorluğu, Yunanistan Krallığı, Romanya Krallığı ve Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı (Yugoslavya) temsilcileri tarafından, Leman Gölü kıyısındaki Beau-Rivage Palace'ta imzalanmış bir barış antlaşmasıdır.
ANTLAŞMANIN ÖNEMİ
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin uluslararası hukuki temelini oluşturan antlaşmanın veya topraklarının tapu senedinin onaylanması müzakerelerine, 20 Kasım 1922'de İsviçre'nin Lozan şehrinde başlandı. 24 Temmuz 1923'e kadar geçen 8 aylık süre içerisinde çetin müzakereler sonucunda imzalandı ve Türk toprakların parçalanması anlamına gelen Sevr Antlaşması'nın yerini aldı.
Antlaşmanın önemini art arda gelen iki cümlede özetleyebiliriz..
LOZAN varsa özgürlük var!..
LOZAN yoksa kurtuluş yok!..
Lozan’da Batı Cephesi komutanı İsmet Paşa başkanlığındaki Tük tarafını temsil eden heyet, Kurtuluş Savaşı cephelerinde emek harcamış komutan ve fikir adamlarından oluşuyordu.
Türk Kurtuluş Savaşı, Türk toprakların parçalayarak elle geçiren Yunanistan ve arkasındaki 1.Dünya Savaşı galipleri olan İngiltere, Amerika, Fransa ve İtalya’ya karşı gerçekleştirilmiş ve İzmir’in geri alınmasıyla 9 Eylül 1922 tarihinde askeri açıdan sona ermiştir.
Bundan sonraki süreç, tam bağımsız bir ulusal devlete giden yolun inşa edilmesidir..
Bu amaçla..
5.5 ay sonra.. Önce tam bağımsızlıkçı olması istenen devletin iktisadi yörüngesini tayin etmek için 17 Şubat 1923 tarihinde İzmir İktisat Kongresi toplanmıştır. Kongre çalışmalarını sürdürürken daha Lozan Antlaşması sonuçlanmamıştı, İstanbul Düşman işgalin altındaydı ve Padişah ile Hilafet yerinde durmaktaydı. Acaba, Cumhuriyetin ilanı ise çok, çok uzakta mıydı?
İktisat kongresinden sonra hedef, Lozan Antlaşması’dır. 20 Kasım 1922'de İsviçre'nin Lozan şehrinde başlayan müzakereler sonucunda, yani 24 Temmuz 1923'e kadar geçen 8 aylık süre sonunda antlaşma imzalanır. Artık Türkiye özgürdür..
Önce askeri zafer, sonra iktisadi yörüngenin tayini, sonra zaferin uluslararası onayı gerçeklemiştir.
Sıra Cumhuriyetin ilan edilmesine gelir..
3 ay sonra, 29 Ekim’de Cumhuriyet ilan edilir..
Böylece tam bağımsız devlet amacına ulaşılır. Bu sürecin en can alıcı dönemi Lozan müzakereleridir. Lozan, özgürlüğe giden yoldur. Eğer Lozan başarılmamış olsa idi, kurtuluş savaşı yapmış bir ulusun meşruiyeti olamazdı. ABD’nin bu antlaşmayı hala imzalamamış olması, bu konuda bize önemli bir ip ucu vermektedir.
LOZAN’IN TARİHSEL AYRINTILARI
24 Temmuz 2023’te 100. yıldönümü olan Lozan Barış Antlaşması, Ankara’da uluslararası sempozyumda tüm yönleriyle ele alındı. 35 bilim insanının bildirisinde, Lozan Konferansı’na giden Türk Delegasyonu’nu bağlayan talimatlar, Müttefikler’in Türkiye’de laikliğe mesafeli duruşu, bugün üniter devletin sigortasını oluşturan kazanımlar, Delegasyon Başkanı İsmet İnönü’nün ödün vermediği konular ve ‘gizli madde’ iddialarının nasıl çıktığı konuşuldu. Antlaşmayı onaylayan Birinci Meclis’te yapılan sempozyumdaki bildirilerden bazı bölümler özetle şöyle:
KAPİTÜLASYONLAR VE ERMENİ KONUSU
İstanbul Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ramazan Erhan Güllü şunları vurguladı:
“.. Kapitülasyonların kesin olarak kaldırılması ve ‘Ermeni yurdu’ taleplerinin asla kabul edilmemesi heyetin taviz vermeyeceği hususlardı. İsmet Paşa, Türkiye’nin azınlıklar konusundaki hassasiyetini vurgulamış, Müslüman azınlık tanımayacaklarını, gayrimüslimlerle ilgili olarak da Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde yaşananlara benzer müdahaleleri kabul etmeyeceklerini belirtmişti. İsmet Paşa’ya göre Türkiye’deki millet anlayışı eskiden beri din esaslı olduğu için, bugün bunun aksine azınlıklar tanımlamak, Türkiye için sadece ayrışma anlamına gelecekti. Neticede Türkiye’nin tanımı kabul edilmiş ve sadece gayrimüslimler azınlık statüsüne sahip olmuşlardı.”
İSMET PAŞA’NIN ASKER PORTRESİ
Dışişleri Bakanlığı’ndan Doç. Dr. Yücel Güçlü bildirisinde u görüşleri yer verdi:
“.. Ermeniler muhtemel bir Ermeni yurdu olarak Çukurova’da Ceyhan ve Fırat nehirleri arasında Kozan’dan Elbistan’a uzanan bir mahalden söz etmişlerdir. İsmet Paşa özel görüşmelerinde ‘Ermeni yurdu’ meselesinde ısrarın konferansı inkıtaya uğratacağını açıkça söylemiştir. Türk Baş Delegesi, bunda bir diplomattan ziyade bir asker tavrı almıştır; TBMM hükûmetinin talimatı bu konuda çok sıkıydı. Savaşa gidilmedikçe, ‘Ermeni yurdu’ olarak Türkiye’den herhangi bir toprak parçası koparmak mümkün değildi.”
LAİKLİK ÇOK ÖNEMLİYDİ
Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’nden Dr. Coşkun Türkan laiklik üzerinde önemli durdu:
“..Müttefik Devletler’in temsilcileri, Türkiye’de dini hukuk sisteminin uygulandığını ileri sürerek, etkinliklerini sürdürmenin yollarını aradı. Türk hukuk sisteminin yeterince laik olmadığını ileri süren Müttefik Devletler, ulus devlet anlayışıyla örtüşmeyen çoklu hukuk sistemini savunarak, avantaj elde etmenin yollarını aradı. Buna karşı Türk heyeti, 19’uncu yüzyılın ortalarından itibaren gerçekleştirilen hukuk reformlarını ve hukukta laikleşme adımlarını ileri sürerek, bu argümanları geçersiz kılmaya çalıştı. Bütün bunlar Türk hukukunun ulus-devlet anlayışıyla uyumlu hale getirilmesini ve laikleşmesini gündeme getirdi.”
LOZAN TAPU SENEDİDİR
Kastamonu Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mehmet Serhat Yılmaz, bildirisinde en önemli konu olarak ulusal tapu senedin gösterdi:
“.. Türkiye’nin bağımsızlığını, egemenliğini ve diğer devletlerle eşit konum kazanması, uluslararası alandaki mevcudiyetinin tescili olan Lozan Antlaşması’yla olmuştur. Anayasa Mahkemesi kararlarında zaman zaman Lozan’a yapılan atıflarda, “Türkiye’nin tapu senedi” olduğu vurgusu ehemmiyet kazanmaktadır. Bir taraftan ulus devlet yapısının korunması, diğer yandan birlik sürecinde beklentilere cevap verebilmek adına ‘demokratikleşme’ çabaları Türkiye’yi ve süreci meşgul eden problem olarak görülmektedir.
‘GİZLİ MADDELER’ VAR MI?
-Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi’den Doç. Dr. Bengül Bolat’ın bildirisi komplo teorilerine yanıttı:
“.. 1950’lerden itibaren çok partili hayat ‘Lozan’ söylemi üzerinde de kendini göstermiştir. 1970’lerde sadece CHP’nin ve İnönü’nün programı gibi algılanan süreç, 1980’lerden itibaren Lozan’ın delindiği, yine bağımlılık günlerine geri dönüldüğü, dış borçlar, IMF eleştiri söylemleri ile bütünleştirilmiştir. “2000’li yıllar, Lozan başarı mı hezimet mi?” tartışmaları, Lozan’la ilgili program yapılmasının engellenmesi haberleri, 100 yıl sonra gizli maddelerin açıklanacağı, iktidar hükûmetleri ile muhalefet arasındaki Lozan söylemleri üzerinden çekişmelerin en üst düzeye çıktığına şahit olunmaktadır.”
ADALAR NASIL YUNAN OLDU?
Gazi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Necdet Hayta, Yunan adaları sorununa parmak bastı:
“Adalar üzerinde Osmanlı hâkimiyeti, 1911-1912 Trablusgarp Savaşı ve 1912-1913 Balkan Savaşları’nda fiilen altüst oldu. Önce İtalya, hemen arkasından Yunanistan, Adalar Denizi Adaları’na ayak bastılar. Türk delegasyonu Yunan işgalinde bulunan adalarla ilgili bazı isteklerde bulundu. Antlaşmanın 12’nci maddesiyle -Balkan Savaşları sonucunda, 30 Mayıs 1913’te imzalanan Londra Antlaşması uyarınca 14 Şubat 1914’te Osmanlı Devleti’ne bildirilen Büyük Devletler kararında olduğu gibi- Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan Adaları Türkiye’ye bırakılmış, Yunanistan’ın işgalindeki diğer önemli adalar Yunanistan’da kalmıştır. Yunanistan’a bırakılan adalar için askerden arındırılmış bir statü öngörülmüştür.
TÜRKLERİN BÜYÜK ZAFERİ
Milli Savunma Üniversitesi’nden Dr. Müjdat Karagülmez, Lozan’ın bir örnek teşkil ettiğini açıkladı:
“.. Birinci Dünya Savaşı’nın mağlup tarafları arasında, kendisine dikte edilen ağır barış antlaşmasını kabul etmeyerek bir bağımsızlık savaşı veren tek millet Türkler olunca Lozan’daki müzakereler tüm dünyanın ilgi odağı haline gelmiştir. Trianon Antlaşması ile topraklarının büyük bölümünü kaybeden Macarlar, Lozan’dan çıkacak neticelerin kendileri için de örnek olabileceğini düşünmüştür. Macar Meclisi ve Macar kamuoyu, Lozan’ı Türklerin büyük zaferi olarak nitelendirmiştir.
BATI TRAKYA AZINLIĞI
Londra Üniversitesi’nden Dr. Sebahattin Abdurrahman, bildirisinde Batı Trakya sorununa değindi:
“.. Batı Trakya Türkleri, Osmanlı’nın çekilmesi sonrası bu coğrafyada varlıklarını günümüze kadar sürdüren Türk topluluklarından biridir. 1923 yılında Türkiye-Yunanistan arasında gerçekleşen zorunlu mübadeleden muaf tutularak Yunanistan’da bırakılan Batı Trakya Türklerinin azınlık statüleri ve hakları aynı yıl imzalanan LOZAN ile belirlenmiştir. Günümüzde Yunanistan tarafından ‘Müslüman azınlık’ adı altında ülkede resmi olarak tanınan tek azınlıktır.