98 yıl önce 30 Ağustos’ta, Ülkemiz için kapkaranlık görünen bir gelecek, Atatürk gibi bir dehanın önderliğinde apaydınlık bir dönüm noktası olarak, Türk Tarihindeki en müstesna yerini kazanmıştır.
Herşeyin başlangıcı, maalesef birinci Dünya Savaşından yenilen bir taraf olarak çıkmanın faturası olan Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşmasının imzalanması ile ortaya çıktı. Bu antlaşmalar, Ülkenin siyasi olarak yok oluşunun belgelerinden başka bir şey değildi. Ancak, Atatürk’ün şahsında vücut bulan Milli direniş öykümüz, Amasya genelgesinin yayınlanması, akabinde Erzurum ve Sivas Kongreleri, ardından da 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisinin açılmasıyla siyasi kararların çerçevesini oluşturmuş, 1. ve 2. İnönü Savaşları, Sakarya Muharebesi ve yine Atatürk’ün büyük askeri dehası sonrası Başkomutanlık Meydan Savaşı olarak adlandırılan, 26-30 Ağustos 1922 tarihleri arasında gerçekleşen ve düşmanın kesin yenilgisi ile sonuçlanan askeri 26 Ağustos’un ardından başarılarla da tüm dünyanın ezilen uluslarına örnek olacak bir destan yaratılarak Türkiye Cumhuriyetin kurulması gerçekleştirilmiştir.
26 Ağustos 1922’de, Dünya panoromasına göz atarsak, ABD’de Wilson’dan iktidarı Cumhuriyetçi Warren Harding almıştır. İngiltere’de Başbakanı David Lloyd George’dur ki, kendisi, ülkemize açılan savaşın baş mimarıdır. Rusya’da Vladimir İlyiç Lenin önderliğinde Sosyalist devrim gerçekleşmiş ve sonra Josef Stalin iktidarı devralmıştır. Genel olarak bakıldığında tüm ülkeler Birinci Dünya Savaşının travmasını atlatma çabası içinde, Savaş sonrası ortaya çıkan sosyal, siyasi ve ekonomik krizlerle boğuşmaktadırlar. Almanya, Versay Antlaşmasının ağır yaptırımlarından sıyrılmaya çalışmakta, İngiltere, galip tarafta olmasına rağmen ekonomik kayıplarını telafi etmekle zamanını harcamakta, Rusya ve ABD ise kendi iç sorunları nedeni ile Avrupa politikalarından uzaklaşmış bir görüntü çizmektedir.
Aynı tarihte ülkemizde ise durum şöyledir: Vahdettin Sultandır ve Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa’dır. Nüfusumuz, 10 milyon bile değildir. Başkomutanlık Meydan Savaşında, bu nüfusun en seçkin 2542’sini şehit verdik. Yaralı sayımız 9977 idi. 1443 Gazimiz de yaşamlarını malulen devam etmek zorunda kaldı. Kurtuluş Savaşımızda ise verilen şehit sayısı 9167, yaralı ise 31.173 idi. Bu rakamlara birinci Dünya Savaşı ve özellikle Çanakkale’de kaybettiğimiz insani değerlerimizin genel ve bir o kadar da trajik istatistikleri eklendiğinde, ülke olarak kaybımızı tüm çıplaklığı ile görmek mümkündür.
Bugünlerde, Doğu Akdenizde yine maceracı bir politika ile gerginlik yaratan komşumuz Yunanistan, o zaman da İtilaf Devletlerinin piyonu olarak, ülkemizi işgale yeltenmiş ve kendi Megalo İdeasını gerçekleştirmek istemişti. Anadolu Yenilgisi sonrası Kral 1.Konstantin tahtını terk etti ve Türk Ordusunun önünden kaçan Albaylarca gerçekleşen darbe ile ‘Anadolu Hezimetinin’ sorumlusu olarak ilan edilen başta dönemin Başbakanı, iki Bakan ve askeri liderler idam edildi. İşgalci Yunan Ordusunun Anadolu’dan ayrılması ile yüzbinlerce Rum kökenli insan, Yunanistan’a göç ettiğinden, ülkeleri, ekonomik siyasi ve sosyal sorunlar nedeni ile toplumsal kaos ortamından yıllarca çıkamadı.
1071’de, Malazgirt’te, Türk Milletine açılan Anadolu’nun kapıları, 851 yıl sonra, 30 Ağustos 1922’de, Mustafa Kemal Atatürk’ün ,tarihte bir eşi olmayan zaferi ile, bu toprakların sonsuza kadar Türk Yurdu olduğunun Dünyaya ilanı gerçekleşmiş, bir Ulusun küllerinden doğmasına şahitlik edilmiştir.
Tüm Şehitlerimizin önünde saygı ile eğiliyoruz.Ruhları şad olsun.