“Geceyi Akyaka'da geçiriyorum
Bir Nail V. evinin sıcaklığında
Sevgiyle kuşatıyorlar bizi
Denizi ormanı ve yağmuru dinleyerek
Orada sabaha dek
Aynı sevgiyle ısıtıyoruz
Üşüyen ellerimizi ve yüreklerimizi”
(Ahmen Necdet)

-Denize girmek parayla olduğunda bütün Moola (Muğla) Akyaka'ya akın edecek...

Bu hikmetli sözü, günümüzden yaklaşık yarım yüzyıl önce, Akyaka'nın kanaat önderlerinden Sarıoğlu dayı söylemişti.

O günler Akyaka için “Tilkinin bakır sıçtığı yer” deniliyordu. Kıraç ve taşlı toprağında ekin bitmez; sadece Kadın Azmağı kıyısında yolluk kilim genişliğindeki topraklarda tütün fidesi yetiştirilirdi. Burada Azmak'tan sulanan fideler, dikim mevsiminde Gökova'da toprakla buluşturulurdu. Bazı ailelerin çilekeş ve çalışkan kadınları, Gökova'daki birkaç toprak sahibiyle ortak tütün eker, tütün piyasası açıldığında eline geçen üç beş kuruşla ailesinin bir yıl boyunca geçimini sağlardı.

40 yıl kadar önce Muğla'dan (25 km) ve daha uzak yerlerden insanlar Akyaka'ya gelip, Azmak ağzında, orman altında, Eski İskele'de çimmeye başladı.

Hala gözümün önünde:
Akyaka'dan İskele'ye inen yolun iki yanındaki çamlarda, özensiz açılmış şu kırmızı Muhtar fermanı göze çarpardı:
“Köy dahilinde mayo ile gezmek yasaktır!”
Sonra ne oldu? Halikarnas Balıkçısı'nın, Azra Erhat'ın, Sabahattin Eyuboğlu'nun (hadi ustalarımın arasına kendimi de koyayım) yazıları, Sadun Boro'nun denizciliği, Can Pulak'ın gazeteciliği ve “Diplomasız mimar” Nail Çakırhan'ın kendisinden başlayarak çevresini değiştirmeye Akyaka tarihinde yıldızın parladığı anların başlamasına vesile oldu.

O zamanlar İstanbul Bodrum'a, Ankara Marmaris'e akardı. Özellikle Marmaris'e geçenler, Sakar'dan, şaheser bir tablo gibi görünen Gökova ova ve denizine daha dikkatli bakmaya başladılar. Şair Kardeşim Hamdi Topçuoğlu topçu, “İstanbul Bodrum'a sığmaz” diye yırtınıyordu ama, bu iki metropol ve daha 79 şehir avuç içi kadar Akyaka'ya nasıl sığsındı?

Paranın kazması küreği, doğanın insana armağanı ormanı kemirmeye başladı. Ufacık tarlalar, küçücük bahçeler yapıya büründü. Bereket, Nail ağabey, minicik cüssesiyle halkın önünde yürüdü; halkın da inanıp onu izlemesiyle köyde çok katlı binalara, özellikle betonarmeye yüz verilmedi. Koruma ise, koruma idi: Halka, bu işte asıl kendisinin çıkarı olduğunu göstermek...

Bu olumlu gelişmeye koşul olarak, Akyaka'nın nüfusu şişmiyordu. Çeyrek yüzyıl kadar önce, sonradan gelenlerin sayısı, köyün yerli nüfusunu geçmeye başladı. Yine de asıl Akyakalı, yabancı ile arasını belli uzaklıkta tutmaya özen gösterdi. Öyle ki ilk belediye başkanı seçiminde, ülke çapında adı duyulmuş bir adaya karşın, halk:
-Elin akıllısından, bizim delimiz iyidir, diye kendi köylüsünü seçti.
Gelgelelim, günü birlikçi, tatilci, yerleşmeci akını derken Akyaka, barındıramayacağı kalabalığın baskısı altında ezilmeye başladı. O sıralarda “Belde” ve “Citta slow” (Yavaş şehir) iken Akyaka; Muğla'nın Bodrum ve Marmaris'i, Çeşme'nin Alaçatı'sı gibi olmaya başladı.

İnsanları turizm etkinliklerine motive eden nedenler arasında, snobizmin (Modaya uyma) küçüksenmeyecek yeri vardır. O kadar ki; “yazın ben de oradaydım” demek isteyenlerin sayısı güneş, deniz, kum arayanların, doğa, tarih ve doğa meraklılarından az değildir.

Buna TV belgeselleri, radyo programları, gazete ve dergi röportajları, buraya gelişi teşvik eder oldu. Çok geçmeden Akyaka'nın içi, kıyıları, kovları, ormanları insan kaynar oldu. Yurdun ve hatta Avrupa'nın çeşitli ülke ve şehirlerinden gelen arabalardan, adın atacak yer kalmadı.
Akyaka'nın bu hal-i pür melali, belediye hizmetlerini yetersiz kılar oldu. Su kıtlığı, çöp ve atık koyacak mekan sıkıntısı büyüdükçe büyüdü.

Can sıkıcı bir konu da, güzelim, Muğlalı deyişiyle “kadınım” Kadın Azmağı'nın acıklı durumu.
Bir yandan, sözüm ona “Azmak turu” yapan teknelerin motor ve yolcuların tahammül edilmez bağırışları, Azmak'ın endemik flora ve fauna yapısını bozdu. Sansarların, porsikların, kunduzların, su kaplumbağalarının, binbir çeşit balık ve benzeri deniz canlısının yerini, kıyıyı işgal eden lokanta müşterilerinin attığı, ekmek kırıntılarına hücum eden ördek ve kazlar aldı.

“Snobizm” dedim ya:
Bir TV dizisi yaktı dünyada eşi zor bulunan Kadın (Akyaka) Azmağı çırası. O dizide bir grup oyuncu -sebepsiz yere- adı “Güzel” olarak değiştirilen köyden, bizim Azmak'a geliyor; derenin genişçe bir yerine masa kuruyor, çevresine dört iskemle atıp, sözde alem yapıyorlar. İçlerinden biri, kendi çapında bağlama tıngırdatıp türkü çığırıyor.
Vaay, sen misin bunu yapan? Haydaa, bir sürü insan, Azmak'a akın ediyor, kimisi su içine masa kuruyor, kimisi derede çimiyor, fotoğraf ve özellikle öz çekim (selfi) yapıyor. Doğal olarak arkalarda bolca pet şişe, bira şişesi, poşet ve bilmem ne yemek artığı bırakıp gidiyor. Jandarma, zabıta, görevlinin başa çıkması olası değil.

Bazıları, “akar su murdar tutmaz” diye saçma bir savunmaya, kendilerini eleştirenlere posta koymaya başlıyor. İyi ama kardeşim; o akan su, onca pisliği nereye götürüyor? Pek doğal olarak, iki km yanındaki denize...

Yıllarca önce benim Türkçe söylemeye çalıştığım mektubunda, Kızılderili Reisi Seattle diyordu ki:
“İnsanlığın sonu, kendi kirlettiği çevrede gelecektir.”
Haklısın Seattle; Akyaka'da bu acı son gerçekleşmek üzere.

Akyaka elden gidiyor! İnsanoğlu, Mars'ta su bulmuş olabilir ama, Akyaka ve benzeri yerlere bilinçsiz akın ve yarattığı yıkıma çare bulunabilmiş değil.

Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Osman Gürün'ün, Ula Belediye Başkanı Ümit Karaaslan'ın, Akyaka Mahalle Muhtarı Feridun Özsoy ile Gökova Mahalle Muhtarı Ulaş Bavit'in işi zor.

Bu yakınma yazısının sonunda sözü, bir avuntu gibi İbrahim Ergin'in dizelerine bırakalım.:

Gökova

Bu deniz hiç görülmüş değil
Bir yanı birden bire dağ
Bir yanı bin bir bük, ada, koy
Yeşil ve mavi ışıktan ipliği
Böyle bir oya örülmüş değil.

Kim bestelemiş bu sessizliği
Bu ressam bildiğiniz değil
Bu sizsiniz, bu ben'im, bu doğa
Bir mavi gül açmış Ege'de
Eşi benzeri görülmüş değil.
(AŞKIN BANA İHTİYACI VAR, 2018, s. 39)