-Abdül Batur'a-
“Evliya Çelebi, Bornova'yı öve öve bitiremez.”
(Bir panelistin sözü.)
Ben de panelist idim. Genç arkadaşın bu sözünü duyunca, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Üçdal Neşriyat'ta çıkan Mümin Çevik çevirisi 8. cilt 530. sayfasında, Bornova ile ilgili görüşünü aktardım:
“İzmir'in beş kazası vardır: Urla, Sancakburnu-Çaraburun (Karaburun), Cumaabad (Cumaovası), Burunabad (Bornova), Terindeabad'dır (Tire). Ama hepsinden Burunabad mahsuldar, sümüklü murdar, çünkü bütün halkı Rum ve Şom'dur.”
Ağzını açan, kalemini oynatan, kendi cılız görüşlerini Evliya Çelebi'ye mal etmekten çekinmez. Bunlardan hiçbir Allah'ın kulu da, Seyahatname'yi açıp okumak zahmetine katlanmaz. Diyeceksiniz ki; “Onun eski dilini kim okuyup çözecek?” İyi de kardeşim, ben fakirin kitaplığında bile, bu şahaser gezi izlenimleri kitabının Zuhuri Danışman ve Mümin Çevik sadeleştirmesi var...
Önce şunu bilmeliyiz: Tarihin en büyük gezginleri ve gezi yazarları hep bu topraklardan çıkmıştır. İzmirli Homeros, Troya Savaşı'nı anlatırken Tanrılar ve İnsanlar dünyasını destanlaştırmıştır. Bodrumlu Herodotos, başta Anadolu olmak üzere, Akdeniz'i gezmiş ve gezdirmiştir. Salihlili Pausanias, eserine “Grekistan'ın Tanımı” dese bile, genel olarak Ön Asya'nın profilini çizmiştir. Amasyalı Strabon, 14 ciltlik “Coğrafya” kitabının son üç cildini Anadolu'ya ayırmıştır. Elbette, Mehmet Zillioğlu Evliya Çelebi'de bu öncülerin izini sürmüştür. Seyahatname'nin son cildi önümde. 530'uncu sayfada “Menemen Ziyaretgahları” ve “Geçit Kalesi”nden sonra, İzmir Bölümü'ne şu başlıkla giriş yapıyor: “Eski Taht Büyük Şehir İzmir / Allah Düşmandan Korusun”.
Ben yazarınız; Heredotos gibi Evliya Çelebi'nin de yalan yazdığına inanmıyorum. Her ikisi de, deyim yerindeyse “Ben, bana anlatılanların yalancısıyım” demektedir.
Burada -sadeleştirilmişi sadeleştirerek- Evliya Çelebi'nin izini sürelim:
(İzmir) “Büyük İskender ile çağdaş olan Kidefa Melike'nin yapısıdır. Zamanla Selçukilerden Sultan Alaeddin asrında, vezirlerinden Sığla oğlu Ali Bey bu şehri Kidafa neslinden İzmirne adlı kraldan almış. Timur Han, İzmir'i tahrip etmiştir. Osmanlılar'dan ilk önce 844'de II. Murat fethetti, sonra 856'da Fatih Sultan Mehmet fethetmiştir.”
“HALKALI PINAR MESİREGAHI”
1960'lı yılların ikinci yarısı. İzmir'in belediye başkanı Osman Kibar. O yıllar, başarılı Belediye ve ESHOT personeli ödüllendiriliyor. Dün gibi hatırlıyorum: Alsancak ve Güzelyalı hatlarında halkın “Boynuzlu” dediği troleybüsler çalışıyor. Her troleybüste bir biletçi var. Bunlardan biri kısa boylu, iki gözü ayrı yöne bakan bir biletçi. Bu “kurnaz” adam, 70'lik bayanlara bilet satacağı zaman:
-“Tam mı öğrenci mi? diye soruyor.
Kadınlardaki gülümsemeyi göreceksiniz.
Yapılan “hizmetten memnunluk” sormacasında bizim biletçi, açık ara önde.
Ödül töreni, ilk çağda “Diana Hamamları” diye anılan Halkapınar'da yapılıyor. Ulu çınarların çevrelediği gümrah kaynak kalplere inşirah veriyor. İşte burası, Evliya Çelebi'nin “Halkalı Pınar Mesiregahı” dediği yer. Çelebi üstadımız anlatıyor: “Burası her tarafı yemyeşil, ağaçlık, bülbüllerin ötüştüğü bir mesire yeridir. Suyun içinde çeşitli balıklar vardır ama evliyanın nazargahı olduğundan bu balıklar avlanmazlar. O yüzden sıçrayıp, insan elinden ekmek ve et parçaları kapıp çeşitli oyunlar yaparlar. Buraya çarşamba günleri kadınlar gelir. Allah'ın hikmeti, o gün bir tane balık görünmez.”
Evliyamızın, “Allah Düşmandan Korusun” dediği “Eski Taht Büyük Şehir İzmir” hakkında yazdıklarından satırlar:
“Deniz kenarında olduğundan, Kaptan Paşa'nın Cezayir Eyaleti hükmündedir... Hatta Köprülü Molla'ya bir gün, kaç yaşında olduğunu sormuş, o da 'Üç yaşındayım' deyince Köprülü, “Bre efendi, biz seninle elli senedir tanışırız, nasıl olur?” demiş. Hazırcevap Molla da; 'Borç içinde geçen ömrü yaşanmış saymayız. İzmir'i alıp borçlarımızdan kurtulalı, ancak üç sene oldu' deyince Köprülü de, 'O halde biz de sekiz yaşındayız demektir. Çünkü Ali-Osman'a vezir olalı sekiz yıl oldu.' buyurmuşlar... Beş kazası vardır: Urla, Sancakburnu, Çaraburun, Cumaabad, Terindeabad'dır.”
Seyahatname'de daha sonra, deniz kıyısındaki Bahir Kalesi, İzmir imarathanelerin vasıfları, Molla Yakup Efendi Camisi anlatılır; kale altındaki Hacı Yusuf Baba, Bayezid Baba, Cüneyd Bey, Seyyid Mükremüddin Sultanların varlığı kaydedilir.
Çelebimizin Sancakburnu Kalesi hakkında yazdıklarından bir kaç satır:
“... Dördüncü Sultan Mehmed zamanında Köprülü yapısıdır. Sebebi şudur ki, yere batası kafirlerin gemileri çoğunlukla gümrük vermeden kaçıp giderlerdi... Şimdi boğazdan bir tek kafir gemisi değil bir zırnık geçemez. Bu yüzden o sene gümrük eminliğini iki yüz kese fazlasıyla aldılar. Dört köşe kaledir. Etrafı bin 100 adımdır. Hendeği yoktur. Kale içinde avlusuz seksen ev, bir hünkar camii vardır. Dizdar'ı iki yüz neferi vardır. Yedi kulesi, yetmiş parça balyemez topu vardır. Kıbleye bakar demir kapısı vardır.”
Evliya Çelebi daha sonra, Urla'dan başlayarak İzmir'in kazalarını anlatır.
Evliye Çelebi Seyahatnamesi'ni anlatmaya gazete köşe yazısı yetmez. Attila İlhan'ın dediği gibi, “Meraklısı, külliyatı alıp okumalıdır.”
Selam olsun günümüz dünyasından Evliya Çelebi ustamıza...