“Varlığı ile onur duyduğum
Değerli Hocam
Şadan Gökovalı'ya
19 Mayıs ruhuyla”
Ege Üniversitesi BYYO (şimdiki İletişim Fakültesi) öğrencim Yılmaz Özdil, son kitabı “Son Cüret”i böyle imzalayarak gönderdi bana.
Hadi övünerek yazayım; kitaplığımda Atatürk ve İstiklal Harbi (Kurtuluş Savaşı) ile ilgili kitaplarımın sayısı, 100'ü hayli aşkındır.
Bunlar arasında, “NUTUK”un Kültür Bakanlığınca yayınlanan, iki cilt baskısı, Erol Mütercimler'in “Fikrimizin Rehberi Mustafa Kemal Atatürk” ve Kaya Çelikkanat ve Orhan İlhan'la hazırladığımız “Atatürk ve İzmir”in yeri ayrıdır.
Yılmaz Özdil'in kitabını okuyup, bunların yanına koydum.
“Önsöz”ünü, medyanın yıldızı Uğur Dündar'ın yazdığı kitap, bir kısmı arka kapağa konulan müthiş bir anektodla, amacını açık ediyor:
Mustafa Kemal'in O çelik mavisi gözlerinde belli belirsiz bir keder bulutu dolaştı:
“-Vakit tamam, dedi.
-Umutsuz olmayacağız.
Uçurumun kenarındayız.
Bizi canlı mezara atmak istiyorlar.
Son bir cüret belki kurtarabilir.
-Anadolu'ya geçiyoruz!”
Kitabı sayfa sayfa okurken, Yılmaz'la hep yazıştım. Önce şunu söyledim:
-“Uslübu beyan, aynıyla insan.” Yılmaz, ustalık döneminde kendisine özgü bir uslüp (biçem) oluşturmuştu. Eskilerin “sehl-i mümteni” (basitmiş gibi görünmekle birlikte bulunup söylenmesi zor” söylemler, onun yazısında bol bol kendisini gösteriyordu.
Huyum gereğince, en çarpıcı bulduğum tümce ve paragrafların sayfa numaralarını ayrı bir kağıda not ettim. (Sonra saydım; 54 sayfa numarasını işaretlemişim.) Bunların ilk, büyük Atatürk'ün ölümsüz sözlerinden biri:
“Kuvayı Milleye namuslu bir insanın yastığının altındaki tabancaya benzer, namusunu korumak için herhangi bir ümit kalmadığı anda, hiç olmazsa intihar etmeye yarar.”
Namluya sürülmüş mermi gibi sözler.
Sayfa 32'de, İngiltere Başbakanı Lloyd George'nun Türk düşmanı olduğu, “Türklerin yabancı milletleri yönetme vasfı bulunmadığı” sözü var. Birkaç sayfa sonra, Muğla doğumlu Rum Basil Zaharof'un hünerleri tarihe mal ediliyor. Bu zatın işleri bugün bile Muğla'da dilden dile dolaşır. Birkaç sayfa sonra, erken gençliğimde hayran olduğum Audrey Hepburn'un Nazi işgali sırasında korkunç hadiselere tanık olan Edda olduğunu Yılmaz'dan öğrendim. (Öyle ya; öğretmenlerin, öğrencilerinden öğreneceği çok şey vardır!)
Yazarımız, bu arada, yaklaşık 100 yıldır dilimize pelesenk olan “Dağ Başını Duman Almış” marşının, “Şakıyan Üç Kız” isimli İsveç şarkısından kaynaklandığını anımsatıyor.
Birkaç sayfa sonra, Anadolu halkını inim inim inleten Yunan mezalimi anlatılmaya başlıyor. Mustafa Kemal ve 19 arkadaşının Samsun'da Anadolu karasına ayak basışını alkışlıyoruz.
Kitabın tam burasında, bir anım gelip konuyor aklımın dalına:
Yıl 1965. Turizm bakanlığınca İzmir'de düzenlenen “Tercüman-Rehber Kursu”ndayız. Finalde, “Tarih Baba” Hüseyin Garra Sarmat'ın bir sorusu:
-Birinci genel savaşı yitiren İmparatorluk ne kazandı?
Siz de düşünün bakalım. Sorunun cevabının “Tecrübeli komutanlar kazandı” olacağını hemen hiç birimiz bilememiştik. Yazdıklarından Yılmaz'ın bunu bildiği anlaşılıyor.
Kitabın burasında, başta Yörük Ali olmak üzere, Ege Zeybekleri'nin yurtseverliklerini hatırlıyoruz.
İki konuda, Yılmaz ile ayrı düşünüyoruz. Daha doğrusu, Yılmaz'ın esas aldığı kaynaktan gelen ayrı görüş. Birisi, Kordelio adının Aslan Yürekli Richard'dan geldiği. Bir de, Victor Hugo'nun (Smyrna bir prensestir) şiiri ile ilgili. Yaşar Aksoy, burada adı geçen prensesin İzmir olduğu görüşünde. Oysa bence o, söylencelerde geçen, Syria kralı Theias'ın ya da Kıbrıs kralı Kniras'ın kızı...
454 sayfalık kitabından sonra Amasya Genelgesi, Erzurum ve Sivas Kongreleri gibi Kuvayı Milliye'nin düşünsel alt yapısının oluşturulma çabaları yazıya geçiriliyor. Bu arada, Mareşal Fevzi Çakmak'ın şu sözünün altı çizilmez mi:
“... bunlar, ışıldayan çoban ateşleriydi; hepsini birleştiren alev lazımdı; işte o Mustafa Kemal'in meşalesiydi.”
Genç Mustafa Kemal, “Anafartalar Kahramanı” olarak milletin kalbinde taht kurmuştu. Bu yüzden, koca ulusu ardından sürüklemesi pek zor olmadı. Yurdumuzun hemen her köşesinde, ölümüne yurtsever olan kişiler çıkıyordu. Bunlardan birisi, İnebolulu Şerife Bacı idi. Bunu Yılmaz'a hatırlattım, sonraki sayfalarda bu konuyu anlattığını okudum.
O Türk kadını ki; kağnısında battaniyesini, üşüyen bebesinin üstüne değil; top mermisinin üzerine örtmüştür. Vefakar Türk halkı da İnebolu'ya onun anıtını, Kastamonu'ya “Şerife Bacı Heykel Grubu”nu dikmişti. (Tankut Öktem imzalı bu kompleks görülmeye değer.)
“Son Cüret”te, Maraşlı Sütçü İmam, bu savaş sonunda adının başına “Gazi” unvanı eklenen Antep Savunması es geçilmemiş. Peki siz, Kurtuluş Savaşı'nda önemli rol oynayan “Mim Mim” Grubu açılımının Milli Mücadele olduğunu biliyor muydunuz? Bütün bunlar oluşurken, geleceğin TC Başkenti Ankara'nın köy denilecek yoksul bir Anadolu kasabası olduğunu hatırlıyoruz. Antep savunmasının simge adamlarından Şahin Bey'in anıt sözü:
“Yumruğum memleket kadar büyük!”
Bu arada Mustafa Kemal Paşa'nın ömrü boyunca para değil, insan biriktirdiğinin altı çiziliyor ve Paşa, bunun olumlu sonuçlarını tüm yaşamı boyunca alıyor. Bu insanlar arasında, Topkapılı Canbaz Mehmet'ten, bizim Kemeraltı'nın ünlü “Benzinci Hafız”ın adları anılıyordu. Bütün bunlar olup biterken, Yıldız Sarayı'ndaki Vahdettin ne yapıyordu?
-Bir millet var, koyun sürüsü... Bu sürüye bir çoban lazımdı, o da benim, diyordu.
Sonunda, çobanın sürüsünü kurda teslim edip kaçtığını cümle alem görecekti.
Dünyanın en haklı Kurtuluş Savaşının önemli kahramanlarından birisi, Sındırgı'da akıncı milislerini toplayan İbrahim Etem (Akıncı). Bu zat, savaştan sonra Muğla Valiliği görevine getirilecek ve “Koca Vali” sıfatıyla anılacaktı.
Bursa'nın işgali üzerine TBMM kürsüsüne konulan siyah örtünün, bu şehrin kurtuluşuyla kürsüden kaldırılması, göz yaşartıcı bir gelişme.
Kitabın sonuna doğru bir cümle:
“İstanbul'u 2. Mehmet fethetmişti, 6. Mehmet, (Vahdettin) İstanbul'u işgal edenlere sığınıyordu.”
Ve Yılmaz Özdil'in anıt kitabı en uygun cümleyle bitiyor:
“Çiçekler açıyordu İzmir'in dağlarında...”
Not: Şöyle gözucuyla saydım: Yılmaz bu kitabı yazarken, yaklaşık 170 kaynaktan yararlanmış, doktora tezi hazırlar gibi.