Nasıl bir çağa doğduk, şöyle bir düşününce dehşete kapılmamak, “Ey hayat bana bir ömür borçlusun” diye haykırmamak elde değil.

6 yaşında bir çocuk olarak, evinin alevlere teslim olmasını, babanın gözlerinin önünde yanarak yitip gitmesini, sonrasındaki yoksulluk ve bir başına sürdürmek zorunda kıldığın zor yılları bir tarafa bırak. Milliyetçi Cephe hükümetlerinin vahşiliği, Kıbrıs Çıkarması’nın karartma geceleri, 12 Mart, 12 Eylül faşizmleri, işkenceler, Taksim, Maraş, Çorum, Sivas katliamları, Suruç’tan Galatasaray Anneleri’ne bin hüzün… Giderek kimlik ve kişiliğinden uzaklaştırılmaya çalışılan bir ülke, gemi azıya alan ilkelleştirme, gericileştirme ve yozlaştırma politikaları, bunlara itiraz ediyor diye cinayetlerde yitirilen nice güzel insan, her alanda her gün biraz daha dibe vuran bir coğrafya… Basından spora, ekonomiden sanata, bilimden eğitime giderek hızlanan çöküş… Emeğin, örgütlenmenin, ahlakın, hukukun ve adaletin, incelik ve zevkin, estetik ve düşüncenin, hak ve sorumluluk bilincinin hayatlardan kovulması, ülkenin içte ve dışta gasp edilmesi, yalana, talana, sömürüye ve karanlığa gark olması… Bunlara doğanın yüklediği, insan elinin hızlandırdığı afetler, yıkımlar, salgınlar, göz göre çağrılan, yol açılan ve yinelemekten vaz geçilmeyen türlü belalar ve felaketler… Bugün bu ülkede aklı başında, duyarlılığını yitirmemiş, düne saygısını yarına sorumluluğunu koruyan her insanın, şu soruyu sorma hakkı vardır: “Ben, biz ve ülkemiz bunları hak edecek ne yaptık?”

***

İşte bu cinayetlere 8 yaşındaki Narin’in katledilmesi de eklendi. Ülkesinden yana kaygı ve saygı duyan herkes biliyor ki, Narin’lerden bir Narin’dir söz konusu olan. Bu ülke tecavüze, istismara, işkenceye uğrayan, kahrolası ötekileştirmelerin, sömürülerin, duyarsızlıkların ve cehaletin mengenesinde mahvolmuş nice Narin’lerin ülkesidir. Bir gün ağlayan, ikinci gün sızlanan, üçüncü gün unutan ikiyüzlülük cehennemidir. Demeçlere, söylemlere kulak verin, çarpıtmalara ve gizlemelere, buharlaştırma ve makulleştirme çabalarına bakın. Bu ülkenin ruhunu, vicdanını, duyarlığını çalanların betonarme suratlarındaki vıcık samimiyetsizliği görün. Bu bataklık içinde, olması gerekenleri söyleyenlerin, uyaranların, gerçeğin aynasını temiz tutmaya çalışanların başına neler geldiğini anımsayın.

Alışmayın, alışmayacağız, alıştıramayacaklar. Bu ülkeyi “dar-ül harp” görmelerine izin vermeyeceğiz. Çağdaş, demokrat, laik temeller üstünde yaşayan ve yaşayacak olan bu ülkeyi, bu çağdışı soysuzluğa teslim etmeyeceğiz. Görevi başta TBMM’de olmak üzere, bu değerleri koruması, ihlallerinin peşine düşmesi, gerçeği ve yalnızca gerçeği kamuyla paylaşıp ortak kılması için seçilenler, atananlar, bunların nimetleriyle yaşayanlar başta olmak üzere, “Ne yapıyorsunuz?” sorusunu boyunlarından asla eksik etmeyeceğiz.

Diyeceğiz ki, “Kardeşim, bizim demokrasiden ve onun adına elimizde kalan tek şey olan oyumuzdan başka bir şey yok. Sizi de o yüzden seçtik. Ya gereğini yapın ya da biz yeni bir yol bulalım. Çünkü biz, o yolu bulan insanların var ettiği bir ülkenin mirasçısıyız!”

Bizi teslim alamayacaklar, işledikleri suçlara alıştıramayacaklar, alışmayacağız. O yolun ilk adımını biliyoruz. Denizlerimizin diplerinden, göğümüzün en üst katına kadar haykırmak ve ısrarla yinelemektir ilk adım: “Faşizm, feodalizm, yobazlık! Bu üç belayı her alandan def etmedikçe, bu ülkeye esenlik yok!”

Narin’ler, katillerinizi ve bu ülkede gereğini yapmayan tek bir kişiyi bile bağışlamayın. Size sözümüz olsun, unutmayacağız, unutturmayacağız ve asla bağışlamayacağız sevgili çocuklarımız.