İşim gereği son derece sık seyahat eden birisiyim. Ortalama haftada iki kez uçaklarda, bir yerden bir yere ya gidiyor ya da geliyor oluyorum. Alıştım desem doğru olur mu bilmem. Belki alışmadım ama kanıksadım. Alışmak başka şey kanıksamak başka. Alışmak içinde hoşlanmayı da ihtiva ederken, kanıksamak, hoşlanmasan da durumu kabullenmek anlamına geliyor sanıyorum.

Daha gençken, bu tempo bayağı hoş geliyordu. Çocuklar küçüktü. Evde fazla patırtı gürültü vardı, ara sıra bunlardan uzaklaşıp, iş için dahi olsa bir iki gün farklı bir şehirde, farklı bir ülkede olmak küçük bir mola anlamına geliyor, açıkçası rahatlatıcı bir etki yaratıyordu. Ama yaşlar ilerledikçe bir taraftan seyahat hazırlıkları, diğer taraftan bunca sık seyahat etmenin verdiği yorgunluk, yavaş yavaş keyiften bıkkınlığa, zevkten eziyete dönüşen bir süreci ifade ediyor.

***

Yalnızlık insan tabiatına aykırı bir şey. Ömrünü evlenmeden, barklanmadan çoluk çocuk sahibi olmadan geçirenlere hayret ediyorum. Eve her gelişinizde kapınızı kendinizin açması, bir karşılayanınızın, bir ‘hoş geldin’ diyeninizin olmaması, hepsinden önemlisi, yaşamınızı, sevginizi, birbirinizin sıcaklığını, sevgilerinizi paylaştığınız bir eşinizin olmaması kadar ızdırap verici bir şey olabilir mi acaba.

Eve girdiğinizde şen kahkahaları, cıvıl cıvıl konuşmalarıyla size baba olmanın sevincini yaşatan çocuklardan mahrum olmak, ayağınıza terlik uzatan bir kızınızın, zaman zaman dayılansa da, 'Naaber baba' diyen bir oğlunuzun olmaması ne büyük bir cezadır. Bu cezaya tabi olmak için nasıl bir günah işlemiş olması gerekir insanın diye düşünmekten kendimi alamıyorum bazen.

***

Bana bütün bunları düşündüren de şu oldu: Geçtiğimiz hafta İngilizce okutmanı olarak üniversitelerde iş arayan bir İngiliz hanımefendi ile tanıştım. 65 yaşları civarında olan bu hanım, hiç evlenmemiş. 20 yaşından sonra bütün ömrünü de anavatanı olan İngiltere'nin dışında geçirmiş. Dünyada ayak basmadığı, çalışmadığı ülke neredeyse kalmamış. Güney Amerika ülkelerinden Pakistan’a, Körfez ülkelerinden, Rusya'ya hemen her ülkede İngilizce öğretmeni olarak görev yapmış.

Önce hikayesini biraz da kıskanarak dinledim. Ne güzel bütün dünyayı gezmiş görmüş, keşke bende tüm dünyayı gezebilecek böyle bir olanak bulsaydım diye düşündüm. Ama sonra anladım ki bunca gezmeden tozmadan sonra elde avuçta birkaç hatıradan başka bir şey kalmamış. Ne bir eşin hem tutkulu hem de esirgeyici sıcaklığına, ne sahip olabileceği bir iki evladın sevgisine mazhar olabilmiş.

Öylesine yapayalnız, öylesine kadınlığını yitirmiş, öylesine erkekleşmiş, öylesine tek başına.

Allahım” dedim, o gittikten sonra; “İyi ki onun gibi olmamışım. İyi ki en sevdiğim insanla evlenmişim. İyi ki çocuklarım, sıcak bir yuvam sevdiklerim ve sevenlerim var. Dünyayı gezmek mi, o kadar gezmeyiverelim. Eşimle el ele, çocuklarımla gezdiğim kadar dünya bana yeterde artar bile.”

Dedim ya; çok seyahat ediyorum diye. O seyahatlerin bir eve dönüşü var ki, sevinci, beklentisi anlatılamaz. Seyahatin son günü bir heyecan başlar. Oh dersiniz, yarın evdeyim. Eşimin pişirdiği güzelim yemeklerden yiyip, çocuklarımla iki laf edip, sıcak yatağımda uyuyacağım. Varmı bundan daha büyük keyif dünyada.

Neymiş ki yalnızlık. İnsan tabiatına aykırı. Yalnızlık sadece Allah'a mahsus.