Peder John'un banyo zamanı gelmiş. Genç rahibe, yaşlı rahibenin kendisine verdiği talimata uygun olarak banyo suyunu ve havluları hazırlamış. Ertesi sabah, yaşlı rahibe, genç rahibeye sormuş;
- Dün gece banyo nasıl gitti?
Genç rahibe rüyadaymışçasına konuşmuş:
- Ahh hemşire! Kurtarıldım!
Yaşlı rahibe:
- Kurtarıldın mı? Bu harika bir şey! Nasıl oldu?
- Şey, Peder John su dolu küvette yatıyordu. Kendisini yıkamamı istedi. O’nu yıkarken, tanrının, cennetin anahtarını sakladığını söylediği bacaklarının arasına doğru elimi itti.
Yaşlı rahibe dümdüz bir sesle sormuş:
- Yaa, öyle mi yaptı?
- Ve Peder John, eğer cennetin anahtarı benim kilidime uyarsa, cennetin kapılarının bana açılacağını ve kurtuluşumun ve ebedi huzura kavuşmamın temin edileceğini söyledi ve kurtuldum.
Yaşlı rahibe: “Vay günahkâr şeytan vay!” demiş "Bana da onun, Cebrail'in borazanı olduğunu söyledi ve ben, yirmi yıldır o borazanı üflüyorum!"
***
İzmirli depremzedelerin durumu genç rahibeden beter. 26 Kasım'da sayın Cumhurbaşkanımız törenle yıkılan evlerinin yerine yapılan evlerinin anahtarını verdi. Törende kendini sözünün eri olarak tanıtıp, muhalefeti de yerin dibine sokmuştu.
Ancak törenden bu yana iki aya yakın süre geçtiği halde evini teslim alan bir kişi bile olmadı.
***
Fıkra dünyasının klasik üçlüsü; bir Fransız, bir Alman ve bizim Temel müzede “Adem ve Havva Cennet Bahçesinde” tablosuna bakıyorlarmış.
Alman bir bakışta; “Bedenlerinin kusursuzluğuna bakar mısınız? Adem ile Havva mutlaka Alman olmalı’ demiş.
Fransız da tabloya bakar bakmaz Alman’a karşı çıkmış: “Havva ne kadar güzel, Adem ne kadar yakışıklı. Bu denli çekici olduklarına göre, hiç kuşkusuz Fransız olmalılar.”
Temel ise tabloyu uzun uzun incelemiş, incelemiş, incelemiş ve sonunda; “Tabloya paktum da” demiş “Bunlar kesun Türk’tür. Paksanuza üstte yok, paşta yok, elmadan paşka yiyecek yok, ama hala kendilerinu cennette sanayiler!”
Depremzedelerin durumuda aynı.
Ellerinde cennetin anahtarı var ama ortada cennet yok. Ellerinde anahtarla, anahtarlık gibi ortada kalan depremzedeler; Deprem Alanı Mağdurları Platformu'nu kurup haklarını aramak için sokağa çıkmışlar.
İyi de kendilerini kandıran Faizsiz Konut Şirketi değil ki; doğrudan doğruya bu devletin Cumhurbaşkanı.
İzmirli hemşehrilerim yine de hallerine şükretsin. Sayın Cumhurbaşkanımızın Zonguldak’ta açacağı yol, fırtına sebebiyle daha açılmadan kullanılmaz hale geldi. Onların binaları dimdik ayakta duruyor.
Onlar da hiç değilse;
“Or'da bir ev var uzakta
O ev bizim evimizdir
Yatmasak da kalkmasak da
O ev bizim evimizdir” şarkısıyla teselli olabilirler.
Aslında, sadece depremzedeler de değil, hepimizin ağzında buruk bir tat var. Hepimiz 20 yıldır bir şekilde aldatıldık. Kimimiz dinle, kimimiz sadakayla, kimimiz açık oturum profesörleriyle, kimimiz havuz medyasıyla.
***
Küçük Temel’i, okul saatinde ipinden tuttuğu damızlık boğa ile gören köy okul müdürü; “Hayrola evladım!” demiş “Ders saati başladı. Sen nereye gidiyorsun?”
“Poğayu çiftleşmeye götüreyrum öğretmenum!” demiş Temel. Öğretmen kızmış ve; “İyi ama evladım!” demiş “Bu işi baban yapamaz mı?”
Küçük Temel, öğretmenin cahilliğine gülmüş ve; “Hiç oyle şey olur mi öğretmenum?” demiş “Bu işu boğadan paşkasu yapamaz!”
Evet, ne yazık ki seçmenin önemli bir kısmı için Erdoğan hala küçük Temel’in boğası gibi görülüyor.
Hala; bizlerin onun şovunun birer dekoru, birer figüranı gibi kullanıldığımızı görmeyip, ekonomiyi de Türkiye’yi de sadece o kurtarabilir, diyebilenler var.
Bu kez bir Amerikalı ile ekonomiyi tartışıyormuş bizim Temel. Amerikalı cebinden doları çıkarıp; “Bizde bu kağıdı basacak matbaa olduktan sonra hiç bir Amerikalı aç kalmaz!” diye bağırmış.
Temel de çantasını açıp bir yığın gazete çıkarmış ve “Pizde de pu kağutlaru pasan havuz medyasu olduktan sonra” diye bağırmış ve sonra sakince devam etmiş “Sayun Cumhurpaşkanimuz tüm Türk Milletinu tok oldiğuna, evu olduğuna, hatta cennete oldiğuna her zaman ikna eder!” (Bir Ulvi Puğ fıkrasıdır.)
***
En sevdiğin düşünür Fa-Lanca (yazıldığı gibi okunur) “Kendi yüzü gülmeyenlerin, milletlerinin yüzünü güldürmeleri de mümkün olmaz!” demiş.
Siz yine de gülün.
“Gülmek DEVRİMCİ bir eylemdir... Dik dur ve gülümse bırak. Neden gülümsedigini merak etsinler...” demiş Che Guevara.
Kalbinizden sevgi, içinizden ümit, yüzünüzden tebessüm eksik olmasın.
Biz, ne kadar güçlü bir şekilde tebessüm edersek, yüzümüzü güldürecek iktidarın gelmesi de o kadar yakın olacaktır.
Çok yakın!