Bu kadar kötüyken her şey ve kötüler kötülüklerini yapma konusunda bu kadar mahirken sanata tutunmak lazım dostlar; Şiir’e, edebiyata, mizaha…
"…Mizah deyince; halk yararına işlevi olan, görevci mizahı anladığımı baştan söylemeliyim…" der bir röportajında Aziz Nesin...
Ve devam eder anlatmaya: "Beni mizah yazarlığına iten etken, o günkü ortamın koşullarıydı...”
Ya bugünkü koşullar usta? Belki de en çok mizaha ihtiyacımız olan zamandan geçiyoruz. Dedim ya: Bu kadar kötüyken her şey ve bu kadar karanlıkken…
Biz Aziz Nesin’i dinlemeye devam edelim en iyisi:
“Kısaca şunu söyleyeyim: Genellikle yoksunluk ve yoksulluk, yaşamdan gelen bir kızgınlık, öfke, bir hınç alma biçimidir mizah…
Her zorluk, her acı çeken ille de mizahçı olmaz elbet! Ama bu ağır koşullar, kişinin mizahçı yeteneğini geliştirir. Mizahçının yetişmesi için, gerekli bireysel koşuldan da anlaşılacağı üzere; mizah, bir yıkıcılıktır...
Mizahçı; kırgınlıklarını, nefretini, kinini, öfkesini, hıncını, bilinçli bir biçimde, gerçekten yıkılması gereken hedefe yöneltebilir ve mizah silahını halk yararına kullanabilirse, bu olumlu bir yıkıcı olur…
Sınıfsal bilinci olan her yazar; ister istemez güdümlü olduğunu, kendi kendini güdümlediğini bilir...
Sınıfsal bilince sahip bir yazarı, bir sanatçıyı güdümlü kılmak; hiçbir politikacının, hiçbir yönetmenin haddi değildir…
Sanatın işlevi? Bu konuda başkalarınınkine uymayan düşünceler içindeyim. Sanatçının kendini, kendi sınıfıyla özdeşleştirmesi koşuluyla; sanatın işlevi, sanatçının kendini dışlaması, varlaması, ortaya koyması demektir. Sanatçı; sınıfıyla özdeşleşmiş olduğundan, kendini anlatırken sınıfını anlatmış olur..."
*****
Türkiye’de mizah denilince akla gelen iki isimden biri olan Aziz Nesin’den diğerine geçelim isterseniz. Mizahın ağabeyi Oğuz Aral’a:
Oğuz Aral; 1970’li yıllarda, Gün Gazetesi’nde, 'Gırgır' adını verdiği küçük bir köşede çizmeye başlar. Okuyucularının ve mizahseverlerin gösterdiği ilgi yoğundur…
1972 yılında Gün Gazetesi’nden tamamen ayrılır. Ve 'Gırgır' dergisi olarak yayın hayatına başlar. Sloganı ilginçtir ama doğrudur: “Geçim derdini, can sıkıntısını, aşk yarasını, karı-koca kavgasını şipşak keser. Mizah... Her derde devadır, gırgır da gırgır...”
Evet dostlar, haklı Oğuz baba: Mizah, her derde deva…
*****
Oğuz Aral’ın, ölümüne kadar Hürriyet gazetesinde 'Huysuz İhtiyar' başlığı altında yazdığı mizahi öyküler hakkında karikatürist dostu Cihan Demirci’ye anlattıkları da başlı başına bir mizahtır aslında:
“Bir kere ben resim hayâl edebiliyorum. Yazarlar resim hayâl edemez, kelimelerle düşünür. Bu bir avantaj ama ikincisi yazarlık; çok zor bir şeymiş, yani Allah sizi korusun çok kaypak bir şey. Şimdi çizgide bir şey çizersiniz, onu beğenmezseniz oturur tekrar çizersiniz hallolur. Ama sözcükler öyle değil ki, gaydırıguppak Cemilem işte…
Şimdi cümleyi böyle yapıyorsunuz olmuyor, çevirip başka türlü yazıyorsunuz, bu defa da başka türlü bir anlam çıkıyor ortaya. Halbuki ben başka bir şey anlatmak istiyorum. Bir de bakıyorsunuz ortaya anlatmak istediğiniz değil, bambaşka bir şey çıkabiliyor. Yani yazarlık kötü bir şeymiş, iyi ki geç başlamışım…”
Mizahın ağabeyi dedik ya: Boşuna alınmamıştır bu pâye. Birçok alanda ilkler yaratan ve çalışmalar yapan Oğuz Aral, Anadolu’nun çeşitli bölgelerine pandomimi taşıyarak bu sanat dalının da tanınmasına olanak sağlamıştır…
Pandomim sanatçılığı yaparken başına gelenler ise ayrı bir mizah konusudur. Sözsüz oyun için, komünizm propagandası soruşturması açıldığında kendisini şöyle savunur: “Bizde söz yok ki, nasıl suç olur?”
Hem bu soruşturma, hem de savunması gerçek bir mizah örneği değil midir?
*****
Anlaşılmak lüks artık bu coğrafyada. Kendini anlatmaya çalışmak, delilik. Ve gülmek, bir devrim başlı başına. Gülümsetebilmek ise öyle güzel bir kendini ifade etme, anlatma hali ki! Şu kavanoz dipli dünyada mizah, sanat, edebiyat ve Şiir var iyi ki…