Atatürk 1930 yazında Yalova’dayken, bir yandan kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni daha demokratik ve sağlam temellere oturtmanın yollarını arıyor, diğer yandan tarih konusundaki araştırmalarını derinleştirerek, geleceğe ışık tutmak için dersler çıkarıyordu. ‘Tek Parti’ ve ‘Tek Adam’ sisteminin ileride yaratabileceği sakıncaları görmüştü ve konuklarıyla tartışarak, bu sakıncaları ortadan kaldırmanın çarelerini arıyordu. Misafir ettiği Paris Büyükelçisi ve dostu Fethi Bey’in (Okyar) yaptığı bazı eleştirileri dinledikten sonra ona “Siz bu dediklerinizi yapabilmek için, bir siyasi parti kurunuz. Ben size bu işte yardımcı olacağım” demişti. 1930’un 12 Ağustos’unda cumhuriyetçi, milliyetçi, laik ve ekonomik açıdan liberal Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF) kuruldu.
***
O günlerde, toplantılara katılanlara sormak üzere, Afet İnan’a bazı sorular yazdırmış, bu soruları öncelikle kendisi yanıtlamıştı. Afet İnan bu sırada aldığı notları, daha sonra kitap haline getirmiştir. (Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları) Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durumun nedenlerini, Atatürk’ün neden tarihle çok ilgilendiğini ve tarihe bakış açısını daha iyi anlayabilmek için, yazdırdığı notların bazı bölümlerini özetleyip, bazılarını günümüz Türkçesine çevirmenin yararlı olacağını düşündüm. Atatürk’ün yazdırdığı ilk ve en önemli soru şöyle: “İnsanların tarihten alabilecekleri önemli, dikkat çekici ve uyandırıcı dersler neler olmalıdır?”
Atatürk bu soruyu yanıtlarken, “İnsanların tarihten alabilecekleri en önemli, dikkat çekici ve uyandırıcı dersleri bence, devletlerin, genellikle siyasi kurumlarının oluşumunda, bu kurumların niteliklerini değiştirmekte ve bunların bölünme ve çöküşlerinde etkili olmuş olan neden ve etkenlerin incelenmesinden çıkan sonuçlar olmalıdır” diye söze başlamış, Osmanlı’nın doğuşunu ve çöküşünü buna örnek göstermiş. Ardından, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti temeline dayanan Cumhuriyet Halk Partisi’nin nasıl kurulduğunu, bu partinin karşısında oluşturmak istenilen bazı siyasi toplulukların, cumhuriyetçilik ruhuna sahip olmadıklarından yaşama hakkı bulamadığını belirtmiş. Büyük Millet Meclisi'nin genel kurulunun, Cumhurbaşkanı ve hükümeti oluşturan devlet adamlarının, tek kalan CHP üyelerinden oluştuğunu, o günkü hükümetin, cumhuriyetin temelini sağlamlaştıracak öz ve niteliklerde olduğunu dile getirmiş ve kendisinin billurlaşan idealini ve değişmez karakterini, bu konuda güvenilecek teminat olarak göstermiş.
Ancak, ‘tek parti’ iktidarının sürmesinin sakıncalı olduğunu, bu yönetim biçiminde hükümetin icraatının yeterince tartışılmadığını ve eleştirilmediğini söylemiş, bunun nedenlerini ‘Meclis'in kendi partisinden olan Cumhurbaşkanı ve onun seçtiği Başbakan ve arkadaşlarına çok güvenebilmesi’ veya ‘eleştirerek birbirini gücendirmek istememesi’ olarak sıralamış ve şu çok önemli öngörülerde bulunmuş:
“…yavaş yavaş hükümet ve onu seçen Cumhurbaşkanı, Meclis'ten aldıkları ve bazı önemli ve heyecan verici olaylar nedeniyle, alabilecekleri yetkileri eleştirisiz uygulamaya alışırlar. Bu durum alışkanlık derecesinde kökleşebilir.”
***
“Çünkü az eleştirili veya eleştirisiz iş görmek, her hareketi eleştirileceğini düşünerek hareket etmekten daha kolaydır; zamanla bu durumun nasıl bir şekil alacağını kestirmek güçtür.”
“İstenmediği halde devletin gerçekte niteliği değişebilir.”
“Milletin şahıslara, kendini unutacak ve kendini kaptıracak kadar tutkun olması, iyi sonuç vermez. Bunun tarihte örnekleri çoktur.”
Örnek olarak da Roma tarihinde çok sevilen Octavianus’a Senato’nun o güne kadar tanrılara verilen Augustus unvanını verdikten sonra neredeyse tüm yetkileri devrettiğini, 44 yıllık o devirde Cumhuriyet’in unutulduğunu; Augustus halkı için çalışsa da sonradan gelenlerin Roma’nın sonunu hazırladığını anlatmış. CHP’nin Tüzük Kurultayı öncesi, tüm bunlardan çıkarılacak o kadar çok ders var ki…