TV haberlerini izlerken, gazete sayfalarını çevirip okurken oh çok da güzel olmuş diyebileceğim, yüreğimi serinletecek hiçbir sevindirici habere rastlayamıyorum. İnci Aral'ın "Sevgili" adlı kitabının ön kapağında söylediği gibi: "Benim memleketimde mutluluk henüz çiçek açmamış bir ağaçtır. Tohumu toprağa düşmemiştir bile." 3 gün önce Gelibolu'da ciğerlerimiz yandı. Tarihi Yarımada'da 450 hektar ormanlık alan yanıp kül oldu. Hendek'te havai fişek fabrikası ihmalden kaynaklı patladı, 7 işçi hayatını kaybetti. Öte yandan memleketimde öyle bir iklim var ki; iktidara kim muhalefet etse hemen gözaltına alınıyor ve cezalandırılıyor. Gazeteciler yaşadığı çağın tanığı değil, sanığı olma durumuna getiriliyor.

Anayasa ile teminat altına alınan basın ifade ve düşünce özgürlüğü ağır bir tehdit altında. Gazeteciler, inanılmaz hukuk dışı mazeretlerle hapsediliyorlar. Halk TV ve TELE 1'e verilen 5 günlük ekran karartma cezaları ağır yaptırımlar. Medyada birkaç tane kalan bağımsız gazete ve TV kanalının adeta linç edilmesini benim havsalam gerçekten almıyor. Sivil toplum örgütlerinin, meslek odalarının bağımsızlıkları ellerinden teker teker alınmaya çalışılıyor. İktidar bu anayasal kuruluşları bölerek yönetmenin peşinde koşuyor. Baro başkanlarının Meclis önündeki direnişleri sürerken çoklu baro yasa teklifi adalet komisyonundan geçiyor. Bugün TBMM genel kurulunda görüşülecek. Daha önceki köşe yazımda da belirtmiştim. Çoklu baro sistemi, alt kimlikler, mezhepler üzerinden yeni barolar oluşturabilir.

Çoklu baro sistemiyle hukuk ve demokrasi paydası ortadan kalkabilir. Demokrasi mücadelesi sekteye uğrayabilir demiştim. Mesela İstanbul gibi 50 bin üyesi olan bir mega kentte 2000 Fetöcü avukat bir araya gelerek bir yeni baro kurabilir. Çoklu baro sistemini getirerek ülkeye iyilik yapmazsınız, kötülük yapmış olursunuz. Savunmayı etkisizleştirmiş olursunuz. Hukukun bir ayağı olan baroları itibarsız hale sokar ve savunmayı etkisiz hale getirirsiniz. Bu durumları gördükçe sanki ülkemde bir şeyler oluyor, farkında mısınız? Bunlarla uğraşacağınıza devletin borç stoku günden güne artıyor. Devletin borçları nüfusa dağıtıldığında yeni doğan her çocuk dünyaya merhaba demeden 19 bin 500 lira borçla doğuyor. Bunu nasıl kabul edebiliriz? Pandemi süreci bütün esnafı yerle bir etti. İşsizlik rakamları günden güne katlanarak artıyor. Üretim araçları giderek güç kaybediyor. Çarşı ve pazarlar adeta yangın yeri. Fiyatlar o kadar yüksek ki vatandaşın alım gücü giderek zayıflıyor. Emeklilerin durumu içler acısı. Gençler umutsuz, çünkü işsiz. Bu can alıcı sorunlarla uğraşmak, çözümler üretmek daha doğru olmaz mı?