Alevi açılımı, Kürt açılımı gibi girişimler; bastırılmış ya da eşit haklara erişimde sorun yaşamış toplulukların taleplerine yönelik atılmış adımlar olsa da, bu tür “açılım” kavramlarının kendisi bile aslında sorunun varlığını kabul etmekle birlikte, eşit yurttaşlık ilkesinden sapıldığını dolaylı biçimde gösteriyor. Şimdi kalkmış diyorlar ki: Cumhurbaşkanının iki yardımcısından biri Alevi, diğeri Kürt olsun. Hadi oldu diyelim, ne değişecek? Bu söylemlerin hiçbir değeri ve karşılığı yok. Hukuk devletlerinde böyle bir durum söz konusu bile olmaz.

Bir hukuk devletinde ve olgun bir demokraside, hak ve özgürlükler hiçbir gruba ayrıcalık ya da telafi olarak değil, zaten doğuştan olması gerekir. Barış ve demokrasi için işin gerçeği şudur: Demokrasi ve hukuk temel alınırsa, eşit yurttaşlık ilkesi esas alınmalıdır. Eşit yurttaşlık, koşulsuz, devlet güvencesinde olursa bu sorunlar kökünden çözülür.

Devletin tüm bireylere dini, mezhebi, dili, etnik kökeni ya da yaşam tarzı ne olursa olsun aynı mesafede durması gerekir. Bu, anayasa ile güvence altına alınmalı ve uygulamada da fiilen eşitliği sağlayacak kurumlar, denetimler ve düzenlemeler kurulmalıdır. Yurttaşın hak aramak için bir “açılım” beklemesi, zaten sistemdeki bir eşitsizliği gösterir. Aleviler ve Kürtler yıllardır eşit olmayan yurttaşlık hakkına direnmektir.

Toplumsal barış açılımlarla değil, eşit temsille kurulur ve güvence altına alınmalıdır.

Eğer bir kesimin dili, kimliği ya da inancı sürekli “devletin lütfuyla” gündeme getiriliyorsa bu, hak değil bir “imtiyaz” gibi algılanır ve bir adaletsizlik ortaya çıkar. Bu da toplumsal huzuru ve birlikte yaşama iradesini tümüyle zedeler. Oysa kalıcı barış ve demokratik bütünlük, kapsayıcı bir vatandaşlık anlayışıyla mümkündür.

Kimlikler üstü değil, kimliklere eşit yaklaşım meselenin gerçeğidir.

Bazı siyasi yaklaşımlar “kimlikleri aşalım” diyerek bir tür “renksiz yurttaşlık” önermektedir. Bu da aslında çoğunluk kimliğini norm olarak dayatmak anlamına gelir. Gerçek eşitlik, herkesin kimliğiyle var olabildiği, ama kimliğinden ötürü ne dışlanıp ne de ayrıcalık kazandığı bir düzendir. Örneğin bir Alevi, Sünni gibi yaşadığı sürece kabul görmemeli; Alevi kimliğiyle özgürce, eşit yurttaş olarak yaşayabilmelidir.

Devletin görevi ayrımcılığı gidermek, temsiliyeti sağlamaktır.

Eşit yurttaşlık ilkesi, devletin pasif bir biçimde “herkese eşit davranıyorum” demesiyle değil, aktif olarak yapısal eşitsizlikleri gidermesiyle gerçekleşir. Örneğin, Alevilerin talepleri sadece “din ve inanç özgürlüğü” kapsamında değil, kamusal temsiliyet, eğitimde içerik, Diyanet gibi kurumsal yapılarda adalet gibi konularla da ilgilidir. Kürt yurttaşların hakları da sadece anadil meselesine indirgenemez; ekonomik, kültürel ve yönetsel alanları da kapsamalıdır.

Açılımlar yerine kalıcı hukuksal reformlar şarttır.

Açılımlar genellikle siyasi iradeye bağlı geçici projeler olarak kalır. Oysa eşit yurttaşlık ancak anayasal güvenceye alınmış ve bağımsız yargı mekanizmalarıyla korunabilen yapılarla sağlanabilir. Bu nedenle Türkiye gibi çok kimlikli bir ülkede, geçici çözümler değil, kalıcı hukuk reformları gerekir.

Sonuç olarak, bir hukuk devletinde hiçbir yurttaşın hakkı “açılım” adı altında verilemez; bu haklar zaten var olmalıdır. Kimse kimliğinden ötürü ne hak kaybına uğramalı ne de özel muamele görmelidir. Eşitlik, sadece yasalarda değil, günlük yaşamda ve devletin tüm kademelerinde hissettirilmelidir.

İşte bu noktada güçlü bir demokrasi, çoğulcu toplum anlayışı ve hukukun üstünlüğü hayati önem taşır.