“Yitik adreslere benzer ölüm / yanık otlar gibi… / Sen bu şiiri okurken / ben belki başka bir şehirde / ölürüm.” Böyle diyordu Behçet Aysan “Beyaz Bir Gemidir Ölüm” şiirinde.

Sanki sözünü tutmak ister gibi bir başka şehirde öl(dürül)dü Aysan! Tıpkı Metin Altıok gibi. O da “Ölümden Konuşacaktık” mı diyordu ne?

Ölüm de vardır yaşadığımız her şeyde. / Bir bardak çatlarsa durduğu yerde, / Bir aşk ansızın biterse, / Ayna kırılırsa yüzünle birlikte, / Zamanıdır konuşmanın ölümden. / Bir çiçek olağanüstü güzellikte
Açıvermişse bir sabah, / Bir topal aksamadan yürümüşse, / Hadi gel ölümden konuşalım; / Yüzünü al basmış hasetçiden / Ve onun elindeki kuru değnek bile / Filizlenir sevgimizden.

***

Şairler kent gezginidir bir bakıma. Doğdukları yerlerde kalmazlar; yazının, sanatın, şiirin kentleri çeker onları. Belki Ahmet Telli seslenir: “Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider / Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında / Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki / Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar / Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı / Üşür müydük nar çiçekleri ürperirken.”

Bir şair daha gitti “beyaz bir gemi”yle; ama denizi olmayan Ankara’dan. Nefes nefese yarışa katılır gibi, her ölümün erken olduğunu bile bile; Abdullah Nefes. “Uzaklaşırken kendi şehrimden / Ne güzeldi eskiden, demeden / Daralmış, takatsiz hatıralardan / Uçuştan yorulmuş bir çift kumru gibi / Sessizce sıyrılmalı sisinden insan” diyerek mi ola?

Bir kez tanışıp görüştük. Sonrasında sanal ortamdan kısa yazışmalar, dost sözler…

Devrime, sosyalizme, insanın gerçek değerlerine, şiirin eylemine inanan bir şairi daha 80'inci yaşına ererken yitirdik, bir daha eksildik!

Birgün Gazetesi'nde (25 Nisan 2021) şair dostları onu şu sözleriyle uğurladılar sonsuzluğa: “Acılı, çileli, kahırlı günlerden geçerek, yaşamın bütün haksızlıklarına karşı, kalemini bükmeyen, zulme karşı itiraz ustası, şiirimizin belleği Abdullah Nefes’i şiirlere sararak yıldızlara uğurladık.”

Her gün çok sayıda ölüm haberleri alıyoruz. Hele sanal ortamdan anında ulaşıyor yitirdiğimiz değerlerin haberleri.

***

Koronavirüsle ölümler çığ gibi üstümüze geliyor! Şaşkınız, tedirginiz, kaygılıyız, korkuyu yaşıyoruz! Sinemadan, tiyatrodan, sanatın her alanından, bilim insanlarından, sağlık emekçilerinden, basından…ne çok ölümleri duyuyoruz, tanık oluyoruz. İçimiz yanıyor, acılanıyoruz.

Enver Gökçe, Saffet Korkut’a adadığı “1909-1946” başlıklı şiirinin son dizesiyle nasıl sesleniyordu?: “Yiğitken, güzelken, incecikken / Ölüm, adın kalleş olsun!”

Böyle sesli sesli düşünürken, yazıya dökülürken, bir şairin ölümü daha yankılandı sanal ortamda: Şair Şeref Öztürk de!

Çok paylaşım vardı ama yine bir şairin Sezai Sarıoğlu’nun, “İşçi şairler kavminden mânâ gönüllü Şeref Öztürk” başlıklı yazısını buraya almak isterim: “Özel biriydi. Yatay. Dışı olanların çoğunluk olduğu şairler arastasında içi olanlardan biriydi. Zincirlerinden ve şiirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan işçi. Burjuvaziden çok çektiği yetmezmiş gibi, yıllar içinde bedeni ona kafiye olmaktan vazgeçti, bedeninden de çok çekti. Mânâ gönüllü bir şairin sesini yitirmesinin acısını derin yaşadı. Konuşamadıklarını da şiire saydık.. Platonik ve gerçek aşk yorgunuydu. Sırlarını parça parça sevdiklerine emanet edip, kendini bu dünyadan azat etti. Peşinden söz yaşı dökmeye değerdi. Döküyorum...”

Abdullah Nefes’e, Şeref Öztürk’e; yitirdikçe eksildiğimiz şairlere selam olsun.