Türkiye Cumhuriyeti tarihi açısından 2 Mayıs 2017 tarihi önemli bir dönemeçtir. Çünkü Cumhuriyet tarihinde “devrim” denilebilecek çok önemli gelişmelerin başlangıç günüdür.
Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni kurarken, Osmanlı İmparatorluğu'ndan kalan “payitaht” yerine “halk iktidarını” tercih etmiş ve 29 Ekim 1923'te de devletin yönetim şeklini ilan etmiştir.
Kör, topal, darbeli, muhtıralı da olsa 90 yılı aşkın “halkın seçtiği vekiller aracılığı” ile yönetilen ve denetlenen Türkiye Cumhuriyeti, 2 Mayıs 2017 tarihinden itibaren artık “tek adamın” yönetimi altındadır.
Bu bir sistem değişikliği değildir sadece.
Bu aynı zamanda yetkilerin tek bir elde toplandığı, çağdaş olmayan yeni bir rejimin ilan edildiği tarihtir.
***
Anımsarsınız bir süre önce devlet kurumlarının isimlerinden Türkiye Cumhuriyeti ibaresi kaldırılmıştı.
O zaman bunun “çözüm süreci” için üretildiğini düşünmüştük.
Oysa işin aslı öyle değilmiş.
Asıl niyet, 2 Mayıs'ta ilan edilecek yeni rejimin alt yapısını oluşturmakmış.
Şimdi T.C.'nin ne kadar önemli olduğunu anlayacağımız günler başlıyor...
***
Türkiye, AKP iktidarının ilk yıllarından başlamak üzere, özellikle 17-25 Aralık ve ardından 15 Temmuz başarısız kalkışmasından sonra “çok önemli” sermaye aktarımı yaşadı.
Anadolu Kaplanları diye başlayan bu sermaye aktarımı süreci “tam olarak bitmedi” ama büyük ölçüde iktidarın “istediği düzeye” geldi. Artık iktidarın “kendi sermayesi” var. Ve bu sermaye de kendine önemli bir sosyolojik alan yarattı. Kimi zaman “jeepli türbanlılar” diye nitelendirilen bu sınıf, artık Türkiye'nin dinamosudur. Ve bu dinamoya uygun “hukuk düzeni” yeni hedeftir...
***
2 Mayıs'tan sonra artık iktidarın tek hedefi “hukuk düzenini” kendi sermayesine göre yapılandırmaktır. Devlet bankalarının içinde yaşanan “yapısal değişimler” Kanun Hükmünde Kararnameler ile oluşturulan yeni ekonomik yapılar ve kanun değişikliklerinin çok daha fazlasını bundan sonra daha sert ve hızla göreceğiz.
Çünkü 2 Mayıs'tan sonra sadece yasama ve yürütme değil, yargı da “tek adam” ne derse onu “kanunen” yapacak konuma getirilmiştir.
Cumhurbaşkanı, “yürütmeyi” oluşturan, aynı zamanda “yasamanın çoğunluğunu” elinde tutan siyasi partinin de genel başkanıdır. Bu güce son halk oylaması ile eklenen “yüksek yargı” atamalarını da eklediğinizde, değişimin son halkasının başladığını göreceksiniz.
Artık yasalar sarayda hazırlanacak, onun partisinin yürütmesi eliyle meclise gelecek, onun partisinin milletvekilleri eliyle de “kanun” haline dönüşecektir.
Bu kanuna “itiraz” edilecek yerler de yine onun eliyle “kurulacağına” ve “denetim” mekanizması da “olmayacağına” göre, hepimize geçmiş olsun...
***
İktidar tarafında bunlar olur, Türkiye yeni bir “ekonomik ve hukuki devrim” süreci yaşarken, ülkenin “muhalefeti” ne yapıyor peki?
İç çatışma...
Halk oylaması sonucu oluşan “hayır” blokunun demokrasi ve hukuk mücadelesini daha da yükseltmek yerine, 2019'da kim “aday olacak” gibi ipsiz, sapsız, yersiz, gereksiz ve bireysel bir kavganın içinde kaybolmayı tercih ediyor.
Oysa böyle mi olmalıydı?
Muhalefete düşen, iktidar ve onun ortağı gibi davranan MHP'nin, demokrasinin varlık nedeni olan hukuk düzenlemelerine karşı “direnmeli” ve “hayır” iradesine sahip çıkmasıydı.
O zaman insan kendisine sormadan edemiyor.
Bu neyin kavgası...