'Yüzyıl'ı, Osmanlı'nın son dönemlerini, Cumhuriyet'in kuruluş dönemlerini ve sonrasını tartışmaya açan oldukça uzun bir roman Memoria.

Şebnem İşigüzel, onu var eden duyguyu şöyle anlatıyor: “Yazarlığıma bir meydan okumadır Memoria. Öyle ya; onca kahramanı ve olayı kısacık bir anın içine yerleştirebilecek miydim? O genç zihin, onca şeyi yaşamanın, hatırlayıp anlatmanın altından kalkabilecek miydi?”

Whatsapp Image 2024 09 24 At 10.17.18
•    Memoria fikri nasıl oluştu? Çok katmanlı, bir o kadar çok kahramanlı ve oylumlu bir roman Memoria. Onu tasarlarken çok zorlandınız mı?
Memoria, 'Yüzyıl'ı yazma arzumdan doğdu. Asla duygusuz olmayan ama görkemli bir dönem romanı yazmak istedim. Yüzyılı anlatacaktım ama nasıl? En kolayı merdiven basamaklarını teker teker çıkmak gibi kronolojik düz bir anlatı kurmak olurdu ki bunu istemedim. Yani Karılar Tekkesi’ne bırakılan beş yaşında çocuğun elini tutup yürüsem işim kolaydı. Oysa edebiyat tarihi boyunca ne kadar güzel ne kadar incelikli kitaplar yazıldı, bu dediğim, anlatmayı artık iyi bilen için en basit seçenekti. Bunu istemedim. Bugünden bakarak anlatmanın yolunu aradım ve buldum. Uzun bir anlatı olacağını başından beri biliyordum.

BİR MEYDAN OKUMA

•    Böyle meşakkatli bir yol için sağlam bir motivasyon gerek...
Kendi kendime bir düello çağrısıydı, meydan okumaydı o motivasyon! Bir kere onca kahramanı ve olayı kısacık bir anın içine yerleştirebilir miydim?.. Yani hatıraların mihmandarı diyebileceğim o genç zihin her şeyi kısacık bir zamanda, bu zamanda hatırlasa, anlatsa, yaşasa ve yaşatsa mümkün olur muydu? Yola buradan çıktım ama beni bekleyen ikinci engel romanın yarısından sonra asla ve asla düşmemesi hatta yükselmesiydi. 
•    Pek rastlanan durum değil. Sona doğru ritm düşer, enerji kaybı olur aslında!..
Tabii ki ama bu romanda sonlar, başlangıçtan çok daha önemli oldu. Özellikle 'Cennet' bölümüyle birlikte. Orada anlatım kendi biçimine bürünüp de sesleri içiçe geçirince rahatladım. Çünkü romanın başında bunu benim için en kolay haliyle yapmıştım. Sonunda Muazzez ile başbaşa kalacaktık ve anlatıcının sesiyle onun sesi birlikte nasıl yol alabilirdi?.. Bu soruların cevaplayabilirsem gerisi kolay olacaktı çünkü dönemi iyi biliyordum. 

Whatsapp Image 2024 09 24 At 10.17.17

DÜŞÜNMEK YAZMAKTAN UZUN SÜRDÜ

•    Özel bir hazırlık sürecinden mi söz ediyorsunuz?
Daha bu romana dair tek bir düşünce bile belirmemişken belki de sezgilerimle hareket ederek imparatorluğun sonunu ve cumhuriyetin kuruluş yıllarını deliler gibi okumuştum. Kısacası dersimi iyi çalışmıştım ama bilgiyi yerleştirmek de bambaşka beceri istiyor. 

•    Ne türden bir beceri?
Bir kere malzemeyi boca ederseniz olmaz. İçine yedirmek lazım tatlı tatlı. Gerçi ben pek sevmem ama yemek yapmayı buna örnek olarak verebilirim. Daha sonrasında o dönem kim neyi nasıl düşünür ne hisseder eşyalarla ilişkisi bakışı hatta o dönem nasıl rüyalar görür insanlar, bunlara yoğunlaştım. Bunların bir kısmının cevabını kalbimle hislerimle sezgilerimle verebilirdim. Bu cevapları bulduktan sonra Memoria tıkır tıkır döküldü. Aradaki bölüm başlıklarını çeksek ki ben perde diyorum onlara, tek vuruşluk soluksuz bir roman. Romanın en başında verdiğim bir karardı ve bu işimi daha da zorlaştırdı doğal olarak. Kesin olan şey, düşünmek yazmaktan uzun sürdü. 

RESMİ TARİH VE TOMBALA

•    Resmi tarih, öğretilen tarih de pek çok şey gibi eleştirilerden nasibini alıyor.
Memoria’nın kahramanları sıradan insanlar. Yaşadıkları dönemde ne nasıl konuşuluyorsa tartışılıyorsa tarihsel olayları da öyle aktardılar. Tıpkı dönem insanları gibi duyduklarını bildiklerini söylediler. Romanın sonunda yılbaşı tombalası çekilişinde konuşulanlar gibi. İkilemin giderilmesi bilgiyle olur. Cehalet ve bilgisizlikle icat edilen bir tarih ve buna inanan “saflar” her toplum için sıkıntı. Fikri gelişmeye engel çünkü. Ayrıca gerçeklerden uzaklaşmak, bunu tarih üzerinden yapmak, toplumları çocuk kılıyor, o toplumlar olgunlaşmıyor, büyümüyor. Yetişkin olamayan bir toplum da en temelinde ne halde olduğunu bilmeden yaşıyor.

•    Kitabın en önemli figürlerinden Mary, "Osmanlı'nın söktüğünü, Cumhuriyet diker mi" diye soruyor. Sökülüp dikilemeyen şey nedir?
Cumhuriyet dönemin şartları içinde başarısız değil. Bunu Mary’nin Amerika kıyaslamasını bilmeden anlamak zor. Mary orada daha kapsayıcı olmaktan söz ediyor. Yüzyıl önce böyle bir konuşma nasıl yapılırsa onlar da öyle yaptılar bu konuşmayı. Amerika’nın yerlileri ve köleleri yok sayarak bir kuruluş hikayesi anlatmasını eleştiriyor Mary. En önemlisi koca bir imparatorluğun çökerken peşinden dünyayı da sürüklediğini, dünyanın buradan yırtıldığını söylüyor. Osmanlı’nın eksik yanlarını Cumhuriyet tamamlayacak mı anlamına geliyordu söylediği. Bunu bugün farklı farklı düşüncelerde olan herkese ilham verecek kadar medeni biçimde tartıştılar konuştular.

OKURU DÜŞÜNÜRSENİZ YAZAMAZSINIZ

•    Mary ile Münire uzun uzun tartışıyor Cumhuriyet'i. Bu bölümlerde kimi okurların ilgisini dağıtabilecek kadar uzun hatta!
Okuru düşünürseniz yazamazsınız. Romanın o bölümünde dönemin entellektüelleri sayılabilecek üç akıl fikir sahibi kahramanım konuyu epey “teatral” biçimde tartıştılar. Biraz önce değindim. O bölümün “teatral” olmasını özellikle istedim. Böylece fikirler de siyaset de ideoloji de sırıtacaktı. Hepsinin farklı fikirlerde olup birbirlerini dinlemesi de özellikle istediğim şeylerden birisiydi. Dönemi anlattığım diğer bölümlerde siyaset günlük yaşantının içinde sıradan insanların hayatıyla akıp gitti. Arnavutların Konağı’ndaki gündelik hayat olan biten içindeki siyaset bunun bir örneğiydi.

MEMORİA'DA DEVLET TARTIŞMASI
•    İnsan ve devlet ilişkisi de çokça tartışılıyor. Düzene sokan, cezalandıran ve korkulan bir şey olmazsa devlet varlığını sürdürebilir mi?
Kahramanlarım gündelik hayatları içerisinde bunu bize anlattı. Hatta anlatmadan sezdirdiler. Yahudi isimli bölümde mesela… Romanda dedenin Yahudi olarak andığı karısı ve anası olarak andığı annesinin yeni devletlerini kurmak için çıktıkları yolculuk, devlet üzerine düşünmemizi sağlıyor aslında. Misafir diye anılan kahramanım da yeni yönetim biçimini isimlendirmek üzerine yapılan fikir alışverişlerinden söz eder. Sorunuzun cevabı için onlara kulak vermek gerekebilir sanırım. Münire Kadın’ın Ankara ziyareti, burada Nazilerden kaçan Yahudilerle yediği akşam yemeği, Arnavutların Konağı, milletvekili olan bacanak, buradaki sohbetlerde her kesimden kahramanım devletin ne olduğunu, ne olması gerektiğini, kendisi için ne ifade ettiğini bize hissettirdi. Aynı şekilde romanda son halifenin sürgüne gidişine tanıklık edilen bölüm de bence devlet üzerine düşünmeyi gerektiren yerlerdendi. 

SANSÜRÜN MANTIĞI OLMAZ!

•    Yazarlık hayatınızın başlarında sansüre uğramıştınız? Sansürlenmek etkiledi mi sizi?
Elbette hayır. İnsanların daha vahim daha yaşamsal sorunları var. Kıyasladığımda hiç. Bir kere o yasaklamanın mantığı yoktu. Mantıksız bir şeye kızmak aptallık olur. Dolayısıyla sansür ne yoldan döndürür ne engeller ne de korkutur. İnsani şeyler insani hisler uyandırır. Sansür yüzyıllar boyunca baskıcı yönetimlerin kuru gürültüsü. Edebiyat bu kuru gürültüyü her zaman bastırdı. 

ELİMDEN GELENİ YAPIYORUM AMA...

•    Genel olarak sorunlu bir coğrafyada görece sıkıntılı hayatlara mahkumuz. Bunlar sizde yılgınlık yaratıyor mu? 
Özellikle çocuklar, kadınlar ve insan hakları ihlalleri için üzülüyorum. Yazar dostlarımla birlikte elimden geleni yapmaya gayret ediyorum. Bunların yeterli olmadığını biliyorum, biliyoruz. Pek çok oluşuma destek verdim katkı sundum. Hoş, bir tavır ortaya koymasanız bile böyle bir ülkede yazmanın kendisi bile başlı başına direniş. Kalabalıkların önünde yürümek gibi her sabah masanızın başına oturup yazmaya devam etmek de bir kahramanlık biçimidir. Yazmanın kendisi umut. Okumanın da öyle. Ama elbette hepimiz etten kemikten fanileriz, yorulup düşmek kırılıp dökülmek doğal. 

İYİLİK VE KÖTÜLÜK İÇ İÇEDİR

•    Bazı üzücü olaylarla birlikte insan ve kötülük ilişkisi çokça tartışılmaya başladı. İnsan kötülüğe doğuştan meyyal olabilir mi?
İnsan kötü de olabilir, kötülük yapmak zorunda da kalabilir. İyiliğin kötülükten beter olduğu durumlar da var. Hayat. Sanat, sinema, felsefe ve din uzun uzun, güzel güzel tartışır. Onlara bakmakta fayda var. İyiliğe ve kötülüğe dair ben de epeyce bir şey anlattım. Hepsi hayatta ve kitaplarda. Üzerine konuşmaktan sıkıldım sanırım. Çünkü bir süre sonra içi boşaltılan kavramlar haline geliyorlar. Memoria’yı okuyanlar Muazzez’in kötülüğünden yola çıkarak bunu düşünebilir. Aynı şekilde genç kahramanımın, Arnavutların Konağı’ndakilerin. İyilik ve kötülük, karanlık ve ışık gibi içiçe geçmiş şeyler. Biri olmadan diğeri olmuyor.
•    Bir söyleşinizde “Kötüler kazanır ama iyiler mutlu olur” demiştiniz.
Hırsla kötülükle kuşatılmış hayatlar üzerine söylemiş olmalıyım. Safların mutlu olma potansiyeli daha yüksek tabii. Aptallığın insanı koruyan bir tarafı olmalı. Daha az üzülür, daha az anladığınız için daha az takar ve dertlenirsiniz. Hayat tatlı bir tebessümle geçer gider. Elbette gündem mutluluğumuzu etkiliyor.

NASIL ANLATTIĞINIZ ÖNEMLİ

•    Hanene Ay Doğacak kitabınızdan bu yana sansürcü zihniyette bir değişiklik var mı?
Sansür hep var. Pek çok kitabın ve yazar arkadaşımın başına geldi, gelmeye de devam ediyor. 
•    En beteri de oto sansür sanırım. Sözünüzü sansürlemek zorunda kaldınız mı hiç?
Hayır kalmadım. Oto sansür değil varolabilmek için daha zekice yollar bulunduğu olmuştur. İran sineması buna örnek. Baskıcı dönemlerde yükselen tiyatro, tiyatro oyunlarını bir düşünün. 
•    Ya "Bu kadarını da yazmayayım, insanlar irrite olabilir, yazılanları benimle özdeşleştirir" diye bir endişe taşıdınız mı?
Sheakespeare Hamlet’i yazarken baba katili olarak yaftalanacağını hesap etmemiştir herhalde. Ne yazmak ne edebiyat böyle bir şey değil. Ne yazdığınız değil, nasıl anlattığınız, üslubunuz önemlidir. Yoksa ne Gılgamış ne Oidipus olurdu. İşinin özü düşünmek olan bir insan zaten kendi içinde dengelidir. Aklı, sezgisi, ruh ve beden sağlığı yerinde olan bir insan sağlıklı düşünür ki yazmak da sizden bunu ister. Önemli olan nasıl anlattığınız. Yani tregedyalardan bu yana anlatının ne olduğuna dair fikri olan topluluklar için yazdığımızı, onların da kurmacaya ve insan ruhunun inceliklerine karşı bir fikri olduğunu düşünüyorum. 
•    Bu romanınızın yazarlık serüvenindeki yerine dair bize ne söylersiniz? Onu bir opus magnum olarak değerlendirenler çıkabilir.
Memoria’yı yazabilmiş olmaktan dolayı mutluyum. Ne yazacağımı düşünürüm, yazdıklarımla ne olacağımı değil. Ve benim işim yazmak. Yazdım ve artık var. Sonrası benim bilebileceğim bir şey değil. Çok önemli mi bilmiyorum. Masamın başında geçirdiğim zaman kıymetli. İşini seven herkes gibi ben de tutkuyla adanmışlıkla yazıyorum çünkü.  

Memoria / Şebnem İşigüzel / Everest Yayınları