Peşin peşin özür diliyorum okurlarımdan. Bugün hani deyim yerindeyse, Cuma ve gelecek haftaya göndermeler yapıp sizde merak uyandıracağım. Kısa kısa geçeceğim salıyı yani.

Aslında derin düşünmeye sevk edecek ve belki de ortak akıl formülüyle, siyaset üstü bir şehirlilik bilinciyle yeni kararlar almak zorunda kalacağız. Çünkü “önümüzde duran” gerçekleri de artık, neden bilemiyorum, göremiyor, okuyamıyor, anlayamıyoruz. Oysa “aldandığımız” her gün, geleceğimizden bir gün kaybediyoruz.

Tıpkı “dün” tedbir alınmadığından, bugün nasıl o illet virüs yüzünden bölük bölük hastalanıyorsak, tarihi de iyi “anlayamadığımızdan” ve “içimizdeki riyakâr hainlerin” kalemlerini “hep doğru” sanıp, anlı şanlı sıfatlarına “eyvallah” dediğimizden, galiba “bugün” neticesi meçhul sıkıntılar yaşıyoruz.

Geçtiğimiz günlerde Çaka Bey büstü, İzmir Büyükşehir Belediyesi Kültür Sanat Dairesi tarafından yenilenerek, Gümrük Meydanı'ndaki yerine kondu. Açık söyleyim o alanı, “Konak Pier önü” diye yazıp çizenlerin de dillerini eşek arısı soksun. Orasını bir AVM adıyla anmak kadar kentin tarihine saygısızlık olamaz.

Aslında size bugün o büstün bir öyküsünü anlatıp Sevgili Başkanımız Tunç Soyer’e bir öneriyi de huzurlarınızda yazacaktım. Çünkü İzmir, Çaka Bey’den başlayarak, ona duyduğu büyük saygı ve ilgiden olacak, o kadar çok tarihi amirali “mahalle ismi” yapmış ki. Üstelik, Çaka Bey’in gemi yaptırdığı tersanenin bulunduğu Karataş ve civarında.

İzmir ve deniz algısında bu bölgede yeniden bir “kültürel farkındalık” yaratmak bence çok yerinde olur. Şunu da söylemeliyim ki İzmir’de bu konuyu derinlemesine araştırmış yazarlar ve tarihçiler de mevcut. Yani öyle İzmir dışından medet ummaya da gerek yok sanıyorum.

Bu konuyu cuma günü yazmaya gayret edeceğim. Sevgili Yaşar Ürük ve Abdülkadir Hazman’a da şimdiden teşekkürler.

Gelelim çatlayan atlara

Yine geçtiğimiz günlerde Kültürpark içindeki “emekçi atlar anıtı” önünde Mülkiyeliler Birliği İzmir Şubesi Hayvan Hakları Grubu, İzmir Barosu ve İzmir Kent Hakkı Merkezi bir açıklama yaptı. Ben açıklamayı basından değil, “İzmir Basın Grubu’ndan” okudum. Okudum ve şaşırdım. Sonra sosyal medyadaki tepkilere baktım şaşkınlığım daha da arttı. Her ne kadar açıklama “hayvan hakları” ile ilgili de olsa, anıtın yapım amacı rivayete göre “yangın enkazı kaldırılırken çatlayarak ölen atlara saygı” da olsa, Mülkiyeliler Birliği’nin bu girişimi beni çok mutlu etti. Çünkü şu “gizemli tarih” beni çıldırtıyor.

Aylardır inceden fuar tarihini araştırıyorum. Bulduklarımı mutlaka yazacağım. Yazdığımda da gök kubbeyi başıma indirmek isteyen dostlar olacak. Lakin umurumda değil. Her zaman söylüyorum ve inanıyorum “her ölene rahmet dilemek” zorunda değilim. Birilerinin hoşuna gidecek diye de uydurulup dayatılan kent tarihinden memnun da değilim. Tek başıma uğraşırım ve sonuçlarına da katlanırım. Bir kez daha iddia ediyorum. İzmir’in ciddi karanlık bir geçmişi var. Sapla saman, doğruyla yanlış, yalanla gerçek, kahramanla hain karışmış ve bize yutturulmuş. Bunların “yutturma” olduğunu bilenlerin çoğunluğu da ne yazık ki “meçhul nedenlerden” bugüne kadar susmuşlar. 'İşin neticesine bak' diye bir söylem vardır. Doğrudur belki, ama inanın bana yalanlar da sonsuz olmaz. İyi bir netice için “her yol mubah” anlayışı da doğru gelmiyor bana.

Detayları bilmiyoruz

Biraz düşünelim… İzmir’in işgal günlerinin “detaylarını” neden bilmiyoruz? Okumadığım anı kalmadı. Hepsi eksik ve boşluklu. Aradan geçmiş 100 yıl ama hala “İlk kurşun nerede atıldı” diye tartışmalar var. İşgal günleri İzmir’deki “beşerî ilişkiler de” pek bir acayip. Sanki “bazıları” işgalcilerle “hürmet sınırlarında” yaşamayı “millicilik” sanmış.

Sevgili Yaşar Aksoy üstadın, aktif gazetecilik yıllarında, artık bugün yaşamayan önemli isimlerle yaptığı röportajlar da olmasa biz 1919-1922 arasını vallahi bilemeyecektik galiba. Yaşar Aksoy’un son kitaplarında, bu anılardan bahsetmesi zaten benim ilgimi yükselten vesile oldu.

İzmir’in işgal süreci net değil… Ardından yangın… Onu da yıllardır tartışmaktan neredeyse önemsizleştirdik. Rahmetli Oktay Gökdemir hocamızın bu konuda nasıl çırpındığını yakından biliyorum. İzmir Araştırmaları Derneği Başkanı Yaşar Ürük’ün, Başkan Tunç Soyer’e yaptığı “İzmir Yangını” sunumunu da hatırlıyorum, bu uğraşılar da olmasa yangını da neredeyse önemsiz birkaç ev yangını gibi göreceğiz. Yahu bu devasa yangında kaç İzmirli öldü biliyor muyuz? Araştıran olmuş mu? Hoş, biz 15 Mayıs 1919 haftasında keyfi öldürülen yurttaşlarımızın bile sayılarını bilmiyoruz. Hasan Tahsin Receb’i hala tartışıyoruz, Miralay Fethi Bey’i ebedi istirahatgâhında bile rahat bırakmadık, “gevrekçi kız” hala bir “mana” ifade etmiyor ama her 15 Mayıs ve 9 Eylül’de papağan misali aynı şeyleri tekrarlamaktan on yıllardır bıkmadık!

Ve 9 Eylül… İnanın ne pahasına olursa olsun yazacağım. Daha çok sorular soracağım. Bu konularda güvendiğim, dürüst ama sayıları az tarihçi akademisyen dostum var onlarla da istişare yapacağım. Bazı eski gazetelere yeniden bakacağım. Meclis kararları ve tutanaklarına mercek tutacağım. Çünkü 1922 yangını sonrası da karanlık…1922’den 1934’e kadar “yangın alanı” diye kalmış o bölge. Sonra karar verilmiş ve 1934’te alan temizlenmeye başlanmış. 1 Eylül 1936’dan beri de Kültürpark, Enternasyonal İzmir Fuarı diye bildiğimiz yer olmuş. Ama 1922-1934 arası ve 1934 ile 1936 arası “Fuar tarihi” araştırılırken hiç merak edilmemiş sanki. Sürekli tekrarlanan “düşmanların yaktığı alan” gibi soyut söylemler. Belediye Başkanı Behçet Uz, o zamanın müteahhidi Bayburtlu Niyazi (Ersoy) ile İzmir İtfaiye Müdürü Konyalı Uzun İbrahim (Günay) çok uğraşmış. 40 yılda kaldırılamayacak enkaz, 23 ayda kaldırılmış. İşte o 23 ay içinde de yine sayıları değişken yük atları ölmüş. Fuar açılınca da Şadi Çalık’a heykel yaptırılmış fuara konmuş. Sanırım bu heykelin yeri daha sonraları da değişmiş, hayvanat bahçesinin önüne kaldırılmış falan filan…

Kusura bakmasın kimse bana bu bilgiler yetmiyor… Kafamda soru çok ama cevaplayan yok… Amacım akademik düzeyde çalışan genç tarihçilerin kafasında sorular yaratmak. Araştırmacıları “yeni şeyler söylemeye” heveslendirmek. Önümüzde 2022 var ve duyuyorum ki “bazıları” adeta “papağan” misali belki de farkında olmadan “İngiliz” dostlarıyla aralarını bozmamak için yine “bizi kestiler, çok kestiler” diye söylenmeye hazırlanıyorlar.

Benden onlara bir tavsiye. Siz önce bana şu “Kör Pehlivan Çetesinin” başındaki “İngiliz intelejans yüzbaşıyı” bir anlatın da ondan sonra anlatın “İzmir Fecayi’sini”! Hepsi de dillerinden Atatürk’ü düşürmüyor ama, biri de çıkıp o büyük insanın “dünya barışı” için neler düşündüğünü, savaş alanında ölen düşman askerleri için neden üzüldüğünü, Venizelos’un neden Atatürk’ü “Nobel’e aday” gösterdiğini anlatmıyor, vurgulamıyor!

***

Notlarım var

30 Ekim Depremi sonrası depremzedelerin önemi neredeyse yok artık. Evlerini yitirenlere “boş kâğıda imza attırma” bile reva görüldü. Soru sorana hemen itham ve hakaret geliyor. Şu Ramazan gününde bari depremzedelerin kaygılarına hoşgörü ve sevgiyle yaklaşabilse devlet? Ama mümkün değil!

Korona virüs tedbirlerinin de aşılama programının da ne denli “boş” olduğunu artık kabul etmeyen yok. Lakin üst iradeler nasıl ve nereden bilgi alıyorlarsa, bizlerin yaşadığının aksinin olduğunu savunuyor. Böyle giderse dünyada koronadan kurtulamamış tek ülke olacağız. Ciddi bir kapanma bir yana, ilk dalgada uygulanan tedbirlerin yanına dahi yaklaşamaz bu sözde tedbirler. Bu durumdan kimler kazanıyor diye sormadan edemeyeceğim. Hükümetin kafasında bence başka bir amaç var ama nedir bilemiyorum!