“Toprak insana değil, insan toprağa aittir ve bu dünyadaki her şey; bir ailenin bireylerini birbirine bağlayan kan gibi ortaktır ve birbirine bağlıdır. Bu nedenle, dünyanın başına gelen her felaket, önünde sonunda insanoğlunun başına gelmiş demektir.”
Kızılderili Reis Seattle

Ben o adamı tanıdım.
1973 yılında Broadcast Seminar (Uluslararası Yayıncılık Semineri) için bulunduğum sırada bir konferansını izledim. Uzayı anlatıyordu, oturdu semti anlatır gibi, uzaylıları anlatıyordu; komşularını, yakın dostlarını, öğrencilerini anlatır gibi.
O sırada ABD'yi kasıp kavuruyordu. Az rastlanan bir rahatlıkla, başka dünyalardaki benzerlerimizden söz ederken, anlatımına yalnız yüzü ve kolları değil, tüm bedeni katılıyordu. “Bilimin Şovmeni” diyorlardı ona. TV'deki “Cosmos” dizisi, reyting rekorlarını alt üst ediyordu. Kitapları, tanınmış yazarlarınkinin 10 kat fazlası tirajla piyasaya sürülüyordu. Binlerce, yüz binlerce Amerikalı, “Sizde Carl Sagan yok mu?” sorusuna, “hayır” demeyi eksiklik sayıyordu.
Hayır, yalnız ABD'de değil, dünya ölçeğinde saygın ve seçkin bir bilim adamıydı. Uzay ondan sorulurdu. O kadar ki; eğer başka dünya ve orada, bizler kadar gelişmiş yaratıklar varsa, onlara insanlığın mesajını Carl Sagan kaleme almıştı. Bu iletinin harfleri; müzik ve sayılardı.
“Cosmos” (Kozmos) dizisi, son derece silik görüntülerle bizim TV'mizde de gösterildi ama can alıcı bir episodu (bölümü) es geçilerek! Bereket, bu evrensel TV dizisinin kitabı Türkçe'mizde de yayınlandı. Sagan, kendisini Dünya'ya karşı sorumlu hissediyor ve tüm insanlığı aynı konuda duyarlığa çağırıyor. Bu konudaki düşüncelerini “Dragons of Eden” (Cennetin Ejderleri) isimli ölümsüz bir eserde daha yazdı ve bu da dilimizde yayınlandı. Sagan bu başyapıtında, bu Gezegen'de yaşayan bizleri, aklımızı başımıza toplamaya çağırıyor. İnsanoğlunun, yalnızca 20. yüzyılda, bu kutsal Dünya'ya tüm zamanlardakinden daha fazla tahribat verdiğimizi haykırıyor. “Hem nasıl kutsal olmasın Dünya? Atalarımız ölürken bu dünyanın havasını soludular, torunlarımız doğarken ilk olarak bu dünyanın havasını soluyacaklar.”
Kendisini Dünya'yı korumaya memur sayan Kaptan Gustau da şöyle haykırmıyor mu:
“... Evrende bir toz tanesi olduğumuzu unutmayalım. Bizim hayatımız, Kozmik Takvim'de, bir göz kırpma süresinden ziyade değildir.”
Bu yaşamsal konuya, dünyanın önde gelen bilginleri dikkatimizi çekiyor. Benim öğrendiğim bir şey var:
“Bu Dünya'yı öylesine kirletiyor, zehirliyoruz ki; pek de uzak olmayan bir gelecekte; Dünya'da sadece, zehirle beslenen mikroplar yaşıyor olacak.”
İki gözü kör ama akıl ve gönül gözü bizlerden açık olan Aşık Veysel de şöyle haykırmıyor mu:
“Bir ulu ağaçtan yaprak düşse
O anda acısın duyar iniler.
Katlansa acıya, sakince geçse,
Esen rüzgarlara uyar iniler.”

Dünya'ya en büyük zararı, onun en “mütekamil” (gelişmiş) yaratığı olan insanın verdiği, Sümerlerden, Hititlerden, İyonyalılardan beri biliniyor.
Bunları tuşlarken, Seattle'ın 1854 yılında, kendilerinden toprak satın almak isteyen ABD Başkanı Franklin Pierce'a yazdığı mektup geldi aklıma. Bilenlerinizin olduğunu bildiğim halde, bu “Bütün zamanların en geçerli çevre bildirgesi” sayılan mektuptan bazı satırları sizinle paylaşmak istedim:

***

“Beyaz Saray'daki Büyük Reis!
Gökyüzünü, toprağın sıcaklığını nasıl satar ve satın alabilirsiniz? Bunu anlamak bizler için çok güç. Bu toprakların her parçası halkım için kutsaldır (...) Derelerin, ırmakların suyu bizim için, yalnızca akıp giden su değildir; atalarımızın kanıdır aynı zamanda... Biz dereleri ve ırmakları kardeşimiz gibi severiz. Siz de aynı sevgiyi gösterebilecek misiniz kardeşlerimize?
Biliyorum, beyazlar bizim gibi düşünmezler. Beyazlar için bir parça toprağın ötekilerden ayrımı yoktur! Beyaz adam, topraktan almak istediğini alınca, başka serüvenlere atılır. Beyaz Adam, anası olan toprağa, kardeşi olan gökyüzüne alınıp satılacak, yağmalanacak şeyler gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki; toprakları çölleştirecek ve her şeyi yeyip bitirecektir!..
Ben bir vahşiyim ve başka türlü düşünemiyorum. Yaylalarda cesetleri kokan binlerde buffalo gördüm. Beyaz adam, trenle geçerken vurup vurup öldürüyor onları. Dumanlar püsküren demir atın, bir buffalodan değerli sayılışına aklım ermiyor. Biz Kızılderililer yalnızca yaşayabilmek için öldürürüz hayvanları... Unutmayın, bugün canlıların başına gelen, yarın insanların başına gelecektir. Çünkü bunlar arasında bir bağ vardır.
Bildiğimiz bir gerçek daha var: Sizin Tanrınız, bizimkinden başka bir Tanrı değil! Aynı Tanrı'nın yarattıklarıyız. Beyaz adam belki bir gün aynı Tanrı'nın çocukları ve 'kardeş' olduğumuzun ayırdına varacaktır. Toprağa saygısızlık, Tanrı'ya saygısızlıktır...
Bir gün bakacaksınız; göklerdeki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş, yaban atları evcilleştirilmiş ve her yer yalnızca insan kokusuyla dolmuş. İşte o gün, insan soyu için yaşamın sonu ve varlığını sürdürebilme savaşımı gelip çatmış olacak...”
İşte bu kadar!..