Biliyorum sıkça tekrarlıyorum. Ama o kadar alenileşti ki sorunlar. Bakıyorum siyaset âlemine, iktidar da muhalefet de sadece “bugünün” kelamında… Bakıyorum medyaya, bildikleri ve konuşabildikleri sadece “bugün”… Bakıyorum güzel ve cefakâr yurttaşlarımın haline, olabildiğince dinliyor ve notlar alıyorum, ama onlar da tıpkı geçen yüzyıllardaki vatandaşlar gibi sadece aş ve iş, çoluk çocuk derdinde.
Anormal değil aslında. Zira Türkiye üzerine öyle bir “oyun” tezgâhlanmış ki 183 yıl önce! Hem de imzalı mühürlü, damgalı sırmalı yani… 183 yıldır arada dursa da, tokat şamar yese de güya “birlik” tesis edilse de bozulamıyor pis, kanlı, kahpe oyunun tezgâhı. Oyun kurucularının tamamı mezarlarda şimdi. Ama bana öyle geliyor ki, hepsi de ölürken geriye “oyunun kurallarını” vasiyet gibi bırakmışlar.
Ben bu yazıyı sadece Anadolu’nun tüm değer ve inançlarına, kültür ve medeniyet miraslarına, yaşamış ve göçmüş tüm erenler, evliyalar, komutanlar, âlimler, hakanlar, sultanlar, padişahlara saygı duyarak yazıyorum. Üstün de değilim, şükür ki kibir çukuruna da düşmedim. Ama bir değişmez gerçeğin farkındayım. Bu oyunlar var ya oyunlar… Başlayıp bittiğinde, bitip başladığında bedel ödeyen hep Anadolu’nun fedakâr, cefakâr, inançlı, erdemli lakin her devir aldatılmaya açık halklarına oluyor. Çocuklar, kadınlar, gençler, yaşlılar hep hayatı “yaşayamadan” göçüp gidiyor.
Son günlerde bir “paranın değeri” tartışmasıdır gidiyor. Muhalefet, iktidarı “başarısız ekonomi yönetimiyle” eleştiriyor, iktidar da muhalefeti iş bilmezlikle ve hatta “ihanetle” itham ediyor.
Peki değişen ne? Her gün Cumhurbaşkanından o karakter sorunu olan tartışma programlarındaki “kadrolu çakma filozoflara” kadar ekonomi tartışılıyor da ne oluyor?
Ekmeğin, domatesin, makarnanın fiyatı mı düşüyor, benzin ve doğalgaz mı ucuzluyor yoksa herkes mutlu mesut yaşamaya mı dönüyor?
Olan sadece bizlere, halka, millete ve en önemlisi de “yarınlarımıza” oluyor. Gençlerimizin dahi umutları sönüyor.
Acıdır, kan ve can pahasına kurduğumuz, 100. yaşına yürüyen Cumhuriyetimizin itibarına oluyor olan…
2 bin yıllık devlet kurma becerimize oluyor, hükümetle devlet aynı potada itibarsızlaştırılıyor. Parlamenter sistem zaten tartışmalı, mevcut aksak sistem de o eski zaman sultanlarının iradelerinin gerisinde, sadece ayrıştırmadan medet umuyor.
Ama dışta bir yerlerde, belki de Londra yakınlarında bir eski şatoda, eski düşmanların mirasçıları, büyük ekran televizyonlarında hal-i pürmelalimizi seyreylerken, ölmüş atalarının ruhlarına mum yakıp, kadeh tokuşturuyor.
Sanki şimdi yine “Sporting Club” terasından seyrediyorlar fakir fukaralığımızı eskinin kalpsiz baronları!
Ve Çanakkale’de ve Dumlupınar’da ve İzmir önünde Halkapınar’da şehit olanlar ve bize 1938’de tertemiz alınla, dimdik, onurlu duruşla Cumhuriyeti emanet bırakan gazi Mustafa Kemal Atatürk hayal kırıklığıyla semadan cümlemize bakıyor.
Size eski yazılarımda bir yokuştan bahsetmiştim. Kireçlikaya’dan Altınpark’a inen “esrarengiz” bir yokuştan. Mevki makam sahipleri dâhil pek çok kişi arayıp “neresi” diye sordu, ama biliyor musunuz? O yokuştan inmek istediğini söyleyen sadece tek bir kişi çıktı. İzmir’in belki de en zengini. Aslına İzmirli de değil ama İzmir’i içselleştirmiş biri… O kişiyi yazacağım size yakında. O yokuş şimdilerde iyice mahzun biliyor musunuz? Çünkü o yokuşun son yüzyılda gördükleri öyle böyle değil. Şimdi de çok tehlikeli bir tezgâhın acısını hepimizden önce yaşıyor o yokuş.
Dolar şu kadar olmuş bu kadar olmuş… Bakın ben size ne soracağım şimdi.
Cebinizde 100 lira var sadece diyelim. Markete girdiniz neler alabilirsiniz? 100 lirayla hem et hem süt hem makarna, pirinç, meyve, sebze, peynir, zeytin, deterjan, sabun, diş macunu, tuvalet kâğıdı alabilir misiniz?
Peki, 100 dolarınız olsa? 100 liranın alabileceğinden daha fazla alırsınız değil mi?
Peki, bir soru daha. 200 bin liranız var diyelim nakit. İzmir’de iki odalı, üç odalı ama şu yeni yapılanlardan bir ev satın alabilir misiniz? Ben araştırdım. Mümkün değil. Ama 200 bin dolar nakdiniz olsa? En azından bir ya da iki tane alabilirsiniz inanın.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlık bedeli bile çok ucuz. Bırakın gerisini siz.
Türkiye yurttaşları Türkiye’de tıpkı yüz yıl önce olduğu gibi açlık ve sefalete mahkûm, öz vatanında “garip guraba” edilirken, Türkiye dışındakiler Türkiye’de muazzam yaşam fırsatlarını elde ediyor. Tıpkı 1919 öncesi İzmir sosyal yaşamı gibi.
183 yıl önce Baltalimanı’nda yapılan anlaşma değil miydi 1881’de Düyun-u Umumiye’yi kurduran? O “kapitülasyonlar” değil miydi, Reji kolcularının, birer infaz timi gibi, Ege’nin hem Türk hem Rum on binlerce köylüsünün kafasına sıktıran?
İngiliz ya da Amerikan “intelejasının” işadamı görünümlü sözde “İzmirsever” hatta “Anadolusever” tipleri neden mercek altına alınmadı on yıllardır?
Bankalarımız yerli mi? Çatır çatır kredi, kredi kartı, ek hesap falan dağıttı hepimize… Yarın “liramız” daha da tükensin, görün bakın başımıza neler gelecek?
Arap ülkelerini güya dinsel açıdan “kardeş” görenlerin gerçekten cehaletle dost olduklarını düşünüyorum. Osmanlı’dan sonra hangi Arap ülkesi, İngiliz, Amerikan, Alman, Fransız, İtalyan onayı almadan “özgür bağımsız” olmuş? Biz bu ülkelerde altın musluklardan akan suyla ellerini yıkayan hanedan üyelerini gördük ama Dubai’nin arka sokaklarında bir dilim ekmeğe muhtaç yerli insanları duymadık değil mi?
Tarihçilerimiz hala mevcut “resmi” bilgileri derleyip, tekrarlayıp önümüze sunsun. Şöyle mukayeseli bir tarih ilm-i siyaseti olmasın bakalım.
Şu canımız gibi sevdiğimizi iddia ettiğimiz İzmir’in “gerçek” gerçeklerine bile hâkim değiliz. Üst iradeler yine eski Punta ve civarına takıldı gitti. Yahu İkiçeşmelik Camisi sırasında iyi bakın diyordum ya, müjdeler olsun oralarda da başlamış “ecnebinin gayrimenkulle satış imtihanı”.
Oynayın hanımlar beyler oynayın siz daha… Önümüz kış… Fiyatlar çıldırtacak âlem-i memleketi, yuvalar çatırdarken, üçüncü sayfalar cinnet haberleriyle dolarken, icra daireleri dosyalara yetişemezken, aile mahkeme kalemleri dilekçelere yetişemediğinde ben de hem vallahi hem billahi telefonumdan canlı yayın yapacağım muhtelif bir mekânda… Tevfik Fikret’in şiirini okuyacağım alayına. Hani var ya “yiyin efendiler yiyin…” diye başlayan!
DEPREM KONUTLARI 'TESLİM Mİ' EDİLECEKMİŞ?
Üç gün sonra AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan İzmir’e gelecekmiş. AKP İzmir İl Başkanlığı’nın afişlerine bakınca, Reis-i Cumhur Hazretlerinin İzmir Bayraklı’da “deprem konutlarının teslimini” yapacağını da öğrendik.
“Ne güzel” demeyi…
“Alkışlamayı”…
“Bir yılda hakları teslim ettiniz, bravo” diye bağırmayı ne kadar çok isterdim.
Reis-i Cumhur kimlere teslim edecek evleri? Kura çekildi mi? Bedeller tespit ile tebliğ edildi mi? Olası ihtilaflarda çözüm yolları belirlendi mi?
Bu yazının yazıldığı anlarda, Ankara’dan “kura ekibi” geleceği duyuruldu. Çarşamba günü de yani yarın, çatık kaşlı Bakan Bey buyuracakmış kentimize.
Sapla saman karıştı…
Deprem gerçeği ile kentsel dönüşüm zorunluluğu karıştı…
Depremzedelere maddi ve manevi zulüm devam ediyor. Depremzedelerin çaresizliği duyulmuyor, sorularına cevap verilmiyor.
Peki, muhterem Reis-i Cumhur Hazretleri “deprem konutlarını” kimlere “nasıl” teslim eyleyecek?
Haberiniz var mı efendiler?
Neredesiniz CHP ve İYİ Parti’li vekiller?
Cevabınız var mı AKP İl Başkanı muhterem Sürekli?
Ne dersiniz cefakâr depremzedeler?
İSTİNYE’DEN 'SES ÇIKMIYOR'?
Tam tamına 450 milyon dolarlık bir AVM şu “İstinye” namı ile maruf beton yığını. Yazılanları okuyorum da inanamıyorum. Sanki İzmir’in “bazı” muhteremleri AVM ortamlarında gelmiş dünyaya. Çağ değişiyormuş, koşullar farklılaşıyormuş, tercihler artıyormuş…
Düşünceye saygım var ama “palavraya” yok.
Elin ülkelerinde AVM denen kazuletler şehir dışında bizde ise şehrin göbeğinde.
Elin ülkelerinde AVM’ler her türlü kanun, kural, gelenek, toplumsal disipline uyar, bizde ise her biri “Ali kıran baş kesen”!
Elin ülkelerinde AVM’lerin vasfı sadece “ticarettir” bizim ülkemizde ise her AVM sanki “şehir devleti”!
Neymiş? Sermaye gömmüşler…
Bana İzmir’de bir tane AVM gösterin ki, çevre huzur ve trafiğinin içine etmesin? Bornova’dan Gaziemir’e, Balçova’dan Karşıyaka’ya hepsi şehrin huzuruna birer hançer hem de zehirli hançer! Yapıldıkları yer yanlış, anlayış yanlış, tercih egoist. Madem yapacaksın, git şehir dışında yap. Ne işin var yoğun trafik akışının ortasında?
Ama âlem dönmüş “Kurtlar Vadisi” platosuna. Herkes de bir caka bir kibir… Cebinde “parası” olanda bir hava ki sormayın. Sanki gideceği yer “bir avuç toprak ve bir çukur” değil.
Ne oldu İstinye? Şu kadar kazandı, bu kadar kişi ziyaret etti, şöyle muhteşem, böyle havalı…
Mübarek olsun diyeceğim ama demiyorum. Cuma, Cumartesi ve Pazar trafik ne âlemde?
Kalmadı mı “gerçek” olan gerçekleri dile getirecek bir Âdemoğlu?
İsyanlardayım bu da geçsin kayda!