Bugünlerde elimde bir kitap var: April Yayıncılık’ın Nisan 2022 tarihinde 35. baskısını yaptığı John Perkins’in ‘Bir tetikçinin İtirafları’…
Kitabı okurken yıllar önce yayınladığım bir makalede yazdıklarım aklıma geldi. O yazımda, eğer Amerika’nın bir yüzyıl daha küresel egemenliğini devam ettirmek istiyorsa önemli iki güç odağı ile mücadele içinde olmak zorunda olduğunu belirtmiş, bunları da Avrupa Birliği ile Rusya-Çin aksındaki doğu lokalizasyonu olduğundan dem vurmuştum.
Gelinen noktada Brexit ile Avrupa Birliği’nin önemli bir güç kaybına uğradığı bir gerçek. İngiltere ile ABD arasındaki ulusal çıkarlara yönelik kadim işbirliğinin yüzyılları aşan tarihinden bahsedecek değilim ama sonuçta İngiltere’nin bu politikası, Amerika’nın hedefleri ile örtüşüyor. Son Ukrayna saldırısı ile halihazırda uygulanan ve gerisi de gelecek yaptırımların, Rusya’yı da potansiyel rakiplerden diskalifiye edeceği kesin gözüküyor. Geriye kalan Çin için ise sanırım daha uzun soluklu projeler kurgulanıyordur ama şimdiden pandemi gibi etkenlere bağlanan gelişmeler bağlamında Çin’deki trilyon dolarlık ABD şirket yatırımlarını geri getirmek için muazzam teşvikler oluşturmaya başladılar.
Kitap, bu amaçlar silsilesi kapsamında resmi olmayan örgütlenmeler dahilinde, ABD’nin derin devletinin yaptığı çalışmaları, bu organizasyonlarda görev almış bir çalışanın itirafları çerçevesinde ele alıyor.
***
Kitap, ABD’de Büyük Buhran, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı gibi küresel travmalar sonrasında, Amerika çıkarlarına odaklı manipülasyonlar için resmi olmayan organizasyonlara ihtiyaç ortaya çıkınca, Dünya Bankası, IMF ve Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Anlaşmaları Örgütü (GATT) gibi oluşumlar yaratıldığı, böylece bir yandan müttefikleri ile beraber ekonomide neoklasik anlayıştan Keynesyen perspektife geçerken bu değişimin dinamiklerinin, Amerika’nın ulusal çıkarlarına göre tanzim edilmesinin nasıl yapılandırıldığı ülkeler örneğinde anlatılıyor.
Amaç, dünya genelindeki hedeflenen hükümetlerin uzun vadeli finansiyel bağımlılıklarını ve devamla da siyasi sadakatlerini garanti altına alırken, Amerikalı şirketler için büyük karlar yaratmak, bunu yaparken de o ülkedeki bir avuç şirketi ve aileyi gözetmek olarak belirlenmiş. Elbette verilen borç, o kadar büyük oluyordu ki, o ülke borç ödemekten fakir vatandaşları için sağlık, eğitim ve diğer sosyal hizmetleri kuşaklar boyu yerine getiremez hale geliyordu.
Perkins, kendi firmasının da dahil olmak üzere bilinen ve özel olduğu düşünülen bir çok Amerikan orijinli şirketin, ABD’nin küresel imparatorluğu adına, diğer ülkeleri boyun eğmeye hazırlayan koşulları yaratmak üzere şu yöntemi uyguladıklarını belirtiyor: ‘Uluslararası finans kuruluşları kullanılarak, ‘iyilik’ için gidilen hedef ülkede, genellikle altyapı yani otoyollar, havaalanları, barajlar, sanayi siteleri ve hastane yatırımları için borçlar verilir, bu projelerin şartlarından olmazsa olmazı, kendi belirledikleri mühendislik ve inşaat firmalarına bu ihalelerin verilmesidir. Böylece, para ABD’yi terk etmez, finansman hükümet güdümündeki Washington’daki bankalarca yapılıp, New York ve San Francisco’daki mühendislik ofislerine aktarılır.’
***
Tüm bu gelişmeler için de birey anlamında bir figür olarak Robert Strange McNamara örneğinin üzerinde duruluyor. 1949’da Ford Motor şirketindeki Finans ve Planlama Müdürü iken 1960’larda şirket başkanı oluyor. Sonrasında karşımıza Kennedy’nin Savunma Bakanı olarak çıkıyor. O zamanlar biliyorsunuz Amerika Vietnam işgali ile meşguldü ve McNamara, bakan olduğunda 500 olan asker sayısını, yarım milyona çıkardı yine de Vietnam hezimeti engellenemedi. Kendisi, aynı zamanda Soğuk Savaş döneminin, bir nükleer savaşı önlemenin en iyi yolunun tarafların birbirini yok edecek güçte silaha sahip olması, yani "caydırıcılık prensibi" olduğu yolundaki Amerikan savunma doktrininin benimsenmesinde de önemli rol oynamıştı! 2009 yılında 93 yaşında ölen McNamara, ABD Savunma Bakanlığı görevini bırakmasının hemen sonrasında getirildiği Dünya Bankası Başkanlığı’nı 1968-1981 yılları arasında sürdürdü.
***
Yazar, birçok örnek sonrası ABD’nin Vietnam gibi sömürge savaşları için harcadığı paralarının toplam miktarı ile dünyadaki tüm açlığın ortadan kaldırılacağını, herkes için temel eğitim ve sağlık giderlerinin karşılanacağı bir finansmanı da mümkün kılacağından bahsediyor. ABD’nin kurucu atalarının yaşam, özgürlük ve mutluluğu arama hakkı için savaştığını şimdi ise tersine emperyalist değerleri destekleyen stratejiler uyguladıklarını söyleyip bir özveri yapıyor. Devamında da ABD’nin, insanlardaki sefaletin nedenlerinin ortadan kaldırılması, orman ve su havzaları gibi doğal alanların korunmasına kendisini vakfetmesi gerektiğini, böylelikle gelecek nesillerinin refah ve mutluluğunu garantileyeceğini belirtiyor. Nitekim, küresel imparatorluk çabaları günümüz Amerikan toplumunun refahını garantilemiş görünmüyor! Perkins, ‘İstatistikler, ABD toplumunun yüksek intihar, uyuşturucu kullanımı, boşanma, çocuklara karşı vahşet, tecavüz ve cinayet oranlarına sahip olduğu korkutucu gerçeğini’ vurguluyor ve son söz olarak ‘eğer bu yapılmazsa, bir üst güç olarak insanlığın vicdanının, gelişmiş ülkelerin dünyanın geri kalanını baskı ile sömürmesi haklarını doğal olarak yok edeceğini’ belirtiyor.
Kitabı, okuyucularıma öneririm.