Öğrendim ki, devlet, yer altı madenlerinin, rüzgarın, nehirlerin, göllerin, ormanların olduğu kadar güneşin de sahibi.
Türkiye’de uzun yıllar, güneş enerjisinden serbest olarak elektrik üretimine izin verilmedi. Çünkü bununla ilgili düzenleme yapılırken; devletin güneşe de sahip çıkıp çıkamayacağı konusu tartışıldı.
Bu yüzden uygulamalar, kısmen kaçak ama bireysel oldu.
Güneş ışınlarından elektrik üretimine “Fotovoltaik” teknolojisi deniyor. İnvertör yani çevirici kullanılmasıyla güneş ışınları, elektrik üretir hale geliyor.
İzmir’de bu konunun öncülerinden yakın dostum Kasım Kutlu’nun neler çektiğini bilirim.
Kasım, dört yıl önce; ancak izin alarak Atatürk Organize Sanayi Bölgesi’nde bir firmanın elektriğini güneşten ürettiğini gazetecilere gösterirken çocuklar gibi sevinçliydi.
Çünkü yıllardır, “Enerji açığımızı güneş panelleri bitirir” diye yırtınmış, kimseye söz anlatamamıştı. Sonunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a bir mektup gönderdi ve konuyla ilgilenmesini rica etti.
Kasım Kutlu’nun gayretlerinin gelinen noktada önemli olduğunu itiraf etmeliyiz. Çünkü bu, en az 30 yıllık bir mücadelenin sonucudur.
Bugün gelinen noktayı, Sarnıç’taki fabrikada yaşanan pazarlıkta öğrendim.
Teklifi, bir Alman firmasının temsilcisi yapıyordu.
Kabataslak anlatacak olursam şöyle dedi:
“Kuracağımız paneller, sizin elektrik ihtiyacınızın ancak üçte birini karşılar. En düşük maliyet 1 milyon TL civarındadır. Siz ayda 45-50 bin liralık elektrik tükettiğinizi söylüyorsunuz. Kuracağımız panellerin masrafını ancak 8-10 yılda çıkarırsınız. Ülkemizde 1 MW'ye kadar elektrik üretimi serbest. Devlet, bunun üstündeki üretim için lisans çıkarılmasını şart koşuyor. Lisansa bağlanmış üretimden de pay alıyor.”
İşte can alıcı nokta bu son cümle.
Devlet diyor ki:
“Güneş benim. Bana pay ödemeden onun ışınlarını kullanamazsın”
Pazarlık, anlaşmayla sonuçlanmadı. Çünkü sunulan teklif, hiç de cazip değildi. Böyle bir olumsuzluk eminim her pazarlık sonunda yaşanıyor.
Güneş cenneti canım ülkemde enerji açığı gerçeğinin ardındaki asıl gerçeğin ne olduğu anlaşılıyor mu?
***
Şaşırtmaya devam
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, kendine özgü politikasıyla toplumu şaşırtmaya devam ediyor.
O Doğu Perinçek ki, şöyle bir geçmişe baktığımızda:
Dev-Genç Genel Başkanı.
Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi kurucusu.
1974’te Kıbrıs Barış Harekatı’nda Türk Ordusu’na işgalci diyen ve bu yönde yayınlar yapan bir gazeteci.
Sosyalist Parti Genel Başkanı.
Dünün İşçi, bugünün Vatan Partisi lideri.
O Doğu Perinçek ki:
Daha iki yıl öncesine kadar bu iktidarın en büyük muhalifi, Erdoğan’ı en sert şekilde eleştiren adam.
Ve o Doğu Perinçek ki, bugün AKP’nin en candan sempatizanı.
İktidarı ve uygulamalarını yere göğe sığdıramıyor.
Seçimlerde aldığı oy dişin kovuğuna bile yetmese de, her seçim öncesi iktidar hayalleri kuran bir parti lideri olarak Perinçek, özgün siyasetine yine özel destekçiler bulma konusunda gerçekten mahir.
Hukukçu kimliği ile bile çok kere faka basan Doğu Perinçek, nasıl bir rotaya girmiş yürüyor, bizi hiç ilgilendirmez. Ama ona pek çok emekli generalin, hukukçunun, profesörün ve diplomatın destek vermesi siyaset yorumcularının kafalarını hayli yoruyor.
Mesela gazeteci Lütfü Akdoğan, Vatan Partisi’ne 500 bin lira bağışladı.
Vatan Partisi’nin, diğer partilerden daha lüks daireleri kiralayarak parti il ve ilçe merkezi yapması desteğin sağlam olduğuna işaret.
Evet, Perinçek bir şeyler biliyor da böyle yapıyor.
Yolu açık olsun.
Hükumetle arasının iyi olduğuna bir işaret de; geçtiğimiz hafta İzmir’de düzenlediği kahvaltıya bir vali muavininin de katılmış olması.
Bu da neyi açıklıyor ortada.
Gerisi hikaye.
Güzel bir girişim
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, güzel bir çalışma başlattı.
“İlçelerde, Cumhuriyet öncesi ve sonrası bu vatana hizmet etmiş, Cumhuriyet’in kurulmasına önderlik etmiş, sanayi devrimlerini şekillendirmiş tüm Türk büyüklerine ait mülkiyetlerin” envanteri çıkarılıyor.
Bu sayede o mülkiyetlerin tapu senetleri bulunacak ve büyük bir arşiv oluşturulacak.
Tapu senetlerinin yanı sıra her türlü pafta, harita, fenni evrak, kütükler, tapulama belgeleri, evrakı müsbiteler ile zabıt kayıtları da fotoğraflanarak bu arşivde yerini alacak.
Çalışmayı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’ne bağlı “Kuyud-I Kadime ve İlmi Araştırmalar Kurumu” yürütüyor.
Şimdiden kollar sıvandı.
Çalışmalar sonuçlandığında Tapu Kadastro ve Harita Müze Projesi hayata geçirilecek ve bu belgeler bu müzede sergilenecek.
Çalışmanın Buca ayağına ilişkin bir çalışma yaptığımda gördüm ki, şu isimler, gerçekten Milli Mücadele’de yararlı hizmetler gerçekleştirmişler:
Komitacı Hüsnü Dramalı, Mehmetçe Bey, Yörük Ali Efe, Vali Rahmi Bey, Komitacı Muthat Şükrü (Bleda), Hüseyin Kaptan, Mehmet Ali (Soysal), Rasim Aktoğlu Paşa, Ziya Bey ve İsmail Hakkı Bey.
Dilerim, ortaya güzel bir çalışma çıkar.
Kahramanlarımızın anılarını bir de bu yönleriyle yaşatmış oluruz.
***
İlginç bir kurs talebi
Gaziemir’in eski adı Seydiköy.
Bölge, 1940’lı ve 50’li yıllarda Bulgaristan’dan büyük göç aldı. Denebilir ki, Gaziemir’in sakinleri, Bulgaristan göçmeni.
Onlara daha çok Pomak da deniyor. Gerçi Pomaklar, Makedonya bölgesinde daha yoğunlar ama bilinsin ki, Gaziemir’in özellikle Sarnıç bölgesinde buradan göç edenler yaşıyor.
Gaziemir Belediye Başkanı Halil İbrahim Şenol da Pomak.
O anlattı:
“Geçenlerde ilçeden bir grup bana geldi. Çok ilginç; benden meslek kursları açmamızı istediler. Evde su, elektrik arızası olduğunda usta çağırıp para vermek istemiyorlarmış. Hatta marangozluk ve demircilik kursu açmamızı isteyenler bile oldu”
Aslında Bulgaristan’dan göç edenler, çok maharetli. Çoğu orada politeknik okullarda okudukları için donanımlı. Politeknik okul dedikleri de, bizim geçmişte kıymetini bilemediğimiz Köy Enstitüleri.
Yakında Gaziemir’de bu kurslar açılırsa sıhhi tesisatçılar, “elektrik arızası gideririm” diye dükkan açanlar, soğuk demirciler, marangozlar yandı.
Artık kepenkleri indirirler, başka yerde dükkan açarlar.
***
Tuvaletlere özgürlük
Kent olarak tuvalet fakiriyiz.
Koca İzmir’de saysanız bir elin parmağı kadar bile umumi tuvalet yok.
Belediyelerin konteyner tuvalet uygulamaları çok yeni. Ama bu tür tuvaletlere de rağbet olmadığı belli. Çünkü paralı.
Değinmek istediğim konu, kamu kuruluşlarındaki tuvaletler.
Diyelim ki, nüfus müdürlüğü, diyelim ki tapu müdürlüğü, diyelim ki vergi dairesi.
Örnekleri çoğaltabilirsiniz.
Belediyeler, hastaneler, toplu taşım durak ve istasyonları.
Buradakilerin hemen hiç birini vatandaş kullanamaz.
Kamu kurumunda vatandaş, tuvalet denince ikinci sınıf muamele görür.
Kamu kuruluşlarında, yeni atanan yönetici ve memurlara öncelikle tuvaletlerin anahtarı verilir. “Aman kilitlemeyi unutma” diye de tembih edilir.
O kuruma işi düşen ve bekletilmek durumunda bırakılan vatandaş, kendi malı olan tuvaleti kullanamaz.
İstisnalar var. Ama çok az.
O istisnalarda bile direnmeler gözleniyor.
Yaşlısı, çocuklusu, hamilesi, prostatlısı, elhasıl insanımızın her türlüsü bu kurumlara girip işini görmeye çalışıyor.
Ona eziyet etmeye kimin hakkı olabilir ki?
Bu tuvalet gaddarlığına bir son verilmesi, vatandaşın hakkı olan tuvalet özgürlüğünü yaşaması, uygar bir davranış olmaz mı?
Empati yapmak yeter…