Doluya koysak olmuyor, boşa koysak dolmuyor; ama DOLAR almış başını gidiyor! Dizginlenemiyor. Ağustos kızgınlığında ortalığı kasıp kavuruyor. Yaz sıcağında çılgın bir fırtına... Belirtiler, veriler, sezgiler, olasılıklar, öngörüler... Bu fırtına nasıl diner? Şaşkınlık, kaygı, endişe içindeyiz! Umudun keyfi kaçık…
Şiirle dolayım, şiirle donanayım diyorum; yazamıyorum, tıkanıyorum. O zaman yazılmışlara, kitaplığımda bana dost bakan, sayfaları sararsa da yıpransa da kitaplığımı terk etmeyen şiir kitaplarına açıyorum kucağımı. Bir kaçış mı? Değil elbette. Şiire tutunuş…
Dolar çılgın koşusunu sürdürürken, Ağustos başından beri “haydar” da 848 metrelik Bölmeç dağından İltur Evleri’nin bulunduğu Gerence Koyu'na salıveriyor kendini. Haydar… Gerence’deki bu çılgın rüzgârın sevimli adıdır dostlar.
Çamlar, zeytinler, nar ağaçları, zakkumlar, ayvalar, armutlar, begonviller, Japon gülleri, ruelyalar (Meksika petunyası), yaseminler de dertli “haydar”dan yana. Ne ki direniyor onlar yine de haydar’a, fırtınaya…
Bir yandan da seviniyorum; terlemeden, bunalmadan oturuyorum “haydar” serinliği ile… Kitaplara dalıyorum. Özlenmiş dostlar gibi yanıma yığıyorum onları. Söyleşiyorum, sararmış sayfalarını kokluyorum.
Nasıl olmuş aralarda kalmış, A.Kadir’in yenileştirdiği, 1969 Şubat’ında ikinci baskısını yaptığı, gençlik dergimiz Meltem’e de imzasıyla gönderdiği “Bugünün Diliyle Hayyam” kitabını buluyorum. Hayyam’ı, üstelik iyi bir şairin emeğini kattığı dizeleriyle yeniden okumak bir başka tat veriyor bana.
“Ters, huysuz, geçimsiz bir adam olmuş herkese göre. Oysa, dostluğa çok önem verirmiş, dostluk bulamamış, tok sözlü olduğu gibi görünmüş, bakmış hep yalan dolan, hep ikiyüzlülük. Dostluğun, vefanın, mertliğin damlasını bulmak meseleymiş zaten o zaman. Çekilmiş bir köşeye Hayyam, ama kendini düşündüğü, kendini sevdiği için değil. Ordan da insanları sevişmeye, birleşmeye çağırmış. Zorlamış insanları ayıran demir kapıları.”
Ömer Hayyam’ı anınca aklımıza hep şarap, zevk, sefa, esriklik gelir. Oysa ki A.Kadir ön yazısında Asaf Halet Çelebi’den de aktarma yapığı bilgilerle Hayyam’ın “gayet derlitoplu, ilim sahasında otorite sahibi hatta büyük bir ilim kurulunun başında, matematik ve astronomi alanında zamanımıza kadar ehemmiyetini muhafaza etmiş bir eser sahibi, ağır başlı, değerli bir insan olduğunu, (…) şiirlerinde geçen şarap, bir sembol, kötümserliğe karşı bir panzehir, hür insanların düşüncelerini saran bir huzur hissinin timsali” sayılması gerektiğini vurguluyor.
Hayyam’ın yüzyıllar sonrasına da ulaşan sezgi, gözlem gücüyle bugünlere gelen, önemini, özelliğini koruyan, karanlıklar içinde yolunu şaşırmışlara yol gösteren, çok uzun yıllar sonrasını düşünen dörtlüklerinden bir kaçını paylaşmak istiyorum.
Hayyam, “otlar gibi, yeşil yeşil, çıkma umudu”nu taşır bize. İnsanca yaşayamamaktan tedirgindir, söylenir: “Bu dünyadan mı korkar sanırsınız beni, / Ölmekten mi korkar sanırsınız, / Canımın, bırakıp bedenimi, gitmesinden mi? / Ölüm gelmiş gelmemiş, umurumda değil. / Yolumu kesen, insanca yaşayamamak.
“Sakın Ha” tembihine kulak vermemek olası değil: “İyi yürekli mi, akıllı mı, yanaş korkma. / Nobran mı, yetersiz mi, kaç bucak bucak / Akıllı insan zehir sunsa al, iç. / Nobran bal şerbeti uzatsa, sakın ha!”
Bu da bir uyarısı olsun, onu saygıyla anarken: “Dünyamız baştanbaşa acı dolu, dert dolu. / Dünyamız kan içinde, felek domuz, iki yüzlü. / Rahat adam nerde hani, / mutlu adam hani nerde / Varsa bile, devede kulak, aldırma.”