eflatun-nuriKonak Belediyesi ile İzmir Gazeteciler Cemiyeti, Türk karikatürünün usta çizerlerinden Eflatun Nuri adına bir ortak karikatür yarışması düzenliyor.
Eflatun Nuri, 1960, 1970 ve 1980’li yıllara damgasını vurmuş bir çizer. Onun hem çizgideki ustalığı hem kendine özgün mizah anlayışı, karikatür alanında efsane olmuştur.
Usta ile uzun soluklu bir mesai arkadaşlığımız oldu. Eflatun Nuri, gazetelerin birinci sayfalarında karikatür yayınlandığı o dönemde Ege Ekspres’in önemli bir prestij adamıydı.
İki tür çizgisi vardı. Birinde ince çizgiler kullanır ve detaya kapılmadan mizah mesajını açık ve net sunardı. Bunda Eflatun Nuri imzasını kullanırdı.
Diğer çizgisi, harcıalem çalışmalarında görülürdü. Biraz daha kalın, detaycı, ama alabildiğine detaycı, bu detaylar arasında mutlaka bir muzurluğun yer aldığı karikatürleriyle üstad, hepimizi çok şaşırtırdı.
Onu İzmir’e, İzmir basınının yine efsane isimlerinden Nihat Paykoç getirmişti. Paykoç, kendisini bir anlamda himayesine almıştı. Ele avuca sığmayan, kural tanımayan, rahat, sorunsuz yaşamayı seven Eflatun Nuri’nin freni Nihat Paykoç olurdu hep.
Anlatacak çok hikaye var. Cebince kibrit kutusu içinde tahtakurusu beslemesinden tutun, iri bir karıncanın kırık bacağına bandaj atmasına kadar.
Aracı olup, ünlü besteci Yusuf Nalkesen’in, Tepecik’te boşalttığı iki katlı evini ona kiralatmıştım. Yusuf Nalkesen, bir ay sonra bir dolabını almak üzere gittiği bu evi görünce deliye dönmüştü. Çünkü bütün duvarlarına karikatür çizilmiş, bütün odalar, ters yüz edilmiş seloteplerle kaplanmıştı. Ters yüz edilmiş bu seloteypler, eve musallat olan farelerin yakalanmasına yardım ediyor, seloteypin yapışkan tarafına dokunan fare, debelenirken, kocaman bir yumak haline geliyordu.
Ege Ekspres’in haftalık ilavelerinde, tam sayfa karikatürler çizer, bunları o zamana göre bizi şaşırtarak kendi tekniğiyle renklendirirdi. Ancak her birinde kalabalıkların işlendiği bu karikatürlerinde Eflatun Nuri, inadına muzurluk yapar, o muzurluğun hangisi olduğunu bulmamız konusunda bizi hayli yorardı. İlaveler, gündüz basıldığından onun hangisi olduğunu bizler, çoğu kere baskı bittikten sonra fark edebilirdik.

eflatunfoto2
Zarif, az konuşan, kimseyi kırmayan, kimsenin kötülüğünü istemeyen bir kişiliğiyle hepimizin kalbinde ayrı bir yeri vardı. İzmir’deki yeni kuşak karikatürcülerin neredeyse tamamını o yetiştirdi. Sadık Pala, Mustafa Yıldız, Zafer Güven, Cemal İlkbahar, Mümin Durmaz, Sezer Dönmez, Mete Erden, Sıtkı Görçiz, Tufan Selçuk, Turan İyigün, Cemal İlkbahar, Ömer Çam, Engin Boğaz, Davut Sabırsız, Aycan Gönenç, Metin Açıkgöz, Ertan Aydın onun yetiştirdiği çok değerli çizerler.
Daha niceleri var.
Ancak karikatür, eskisi kadar kullanılan bir şey değil. Siyasal baskılar, çizerleri iyice bunaltmış durumda. Kimse bu işi yaparak karnını doyurabileceğini düşünmüyor artık.
Eflatun Nuri, gerçekten bir efsaneydi.
Onun adına , onun anısını yaşatmak adına böyle bir yarışma düzenlenmesi o kadar iyi oldu ki. Şimdi tüm Türkiye’deki karikatüristler, Kasım ayında sonuçlanacak bu yar ışma için harıl harıl çalışıyorlar.
Her çizgide o üstadı rahmet ve sevgiyle anarak.

***

biz-böyle-değildik-fotosu

Biz böyle değildik

İlkokullarda artık öğrenci sayısı kadar veli görmek sıradan bir görüntü haline geldi. Veliler, çocuklarını bizzat okula getiriyor, sınıf öğretmenine teslim ediyor, çoğu kere de bahçenin bir köşesine tüneyip ders bitimine kadar bekleyerek, yine çocuğunu teslim alıp evine götürüyor.
Bizim, çocukluğumuzda yaşamadığımız bir görüntü bu. Ama sebebi ve gerekçesi var.
Velilerde güven kalmadı. Ortalık bozuldu. Uyuşturucu, organ mafyası başta olmak üzere pek çok tehlike çocuklarımızı tehdit ediyor. Artık neredeyse her okulun önünde bir sivil polis var. Tedirginlik had safhada. Şimdilerde hava güzel, veliler, bahçede bekleyebiliyorlar.
Yarın yağmur, soğuk, ne olacak; Allah yardımcıları olsun.
Okul önleri ve sokaklarda güven sorununu gidermek elbette kolay değil. Polisin özverili çalışmalarını biliyoruz. Ama bu işin de çözülmesi şart. Velilerin her gün perişan olmaları kabul edilebilir bir şey değil. Çalışan pek çok veli anne, bu yüzden işini bırakmak zorunda kaldı.
Okul yöneticileri, sorunlu bölgelerde tedirginliğin daha da fazla olduğuna işaret ediyor ve velilerin bu özverisini takdirle izliyorlar.
Veli-polis-okul yönetimi, el ele verdiğinde sorun biraz olsun hafifler diye düşünüyorum.
Bu konu, belli ki sıkça gündeme gelecek. Ama ne zaman, nasıl çözülür, bilemiyoruz.

***
Hakimin yerinde olsam

Bir ülkede insanlar, kendilerini hakim yerine koyma ihtiyacı hissediyorsa; hukuk iyi işlemiyor demektir. Bu, son zamanlarda iyice arttı. Örnek çok. Suçu işlediği ayan beyan ortada adamlar, tutuksuz yargılanıyor ya da serbest bırakılıyor. İddianamesi hazırlanmamış kişiler, sanık diye hapislerde çürütülüyor. Bir de şu var:
Sabıkası kabarık adamların sanki bir dokunulmazlığı var. Suç işledikçe serbest kalıyorlar.
Türkiye’de hayvanları koruma kanunu diye bir şey var. İşliyor, işletiliyor, işlemiyor, işletilmiyor, tartışılır.
Ama böyle bir kanun var .Hayvana işkence edenlere yaptırım uygulanıyor.
Geçenlerde Aliağa’da salağın biri yoldan geçen sevimli bir köpeğe öyle bir tekme attı ki, görüntü sosyal medyada hızla yayıldı ve büyük tepki topladı. Allahtan polis, kısa zamanda bu salağı yakaladı ve savcıya teslim etti. Fezleke açık. Görüntüler var. Suç açıkça işlenmiş. Savcılık, sabıka kaydına bakıyor bu salağın. 12 sabıkası olduğu ortaya çıkıyor. Hakim de serbest bırakıyor.
Geçmişte elma çalan bir çocuğun çocuk ıslah evine kapatıldığına dair medyaya yansıyan haberleri hatırlayın. Benzer ibretlik suçlar, toplumun aksi tepkisine rağmen ceza görmüştü.,
Günümüzde kadına yönelik suçlarda; nedense bu ceza sistemi çok yavaş çalıştırılıyor. Hukuk, belli konularda ürkek mi ürkek. Daha yaşı 25 bile olmayan birinin 12 sabıkasıyla ortalıkta dolaşması niye? Böyle bir salağın, yürürlükte olan hayvanları koruma kanununa muhalefetine rağmen, salınıvermesindeki hikmet nedir? Toplum, böyle durumlarda hemen kendini hakim durumuna koyan bireylerle doluveriyor: “Ben olsaydım” diye başlıyor insanlar.

***

1960’lı yıllara damgasını vuran bir Gomeller Davası vardı. Geçenlerde kaybettiğimiz değerli avukat Nuri Nencan savunmuştu Gomeller’i ve beraat ettirmişti. Ama gerek toplumsal baskı, gerekse bir emekli hukukçunun ısrarı sonucu, 12 Mart Muhtırası ile başlayan ara rejim döneminde askeri idare, Gomeller’i mahkum ettirip hapse attırdı. Bu da hukukun farklı bir yöne çekilişi. Keza KSK eski başkanlarından Pertev Molay, aracıyla, Alsancak’taki Tekel binaları önünde bir askeri jeep’e çarpmış, çıkan yangında 7 er yanarak can vermişti. Pertev Molay, 8/1 haklıydı ve beraat etmişti. Ama yine toplumsal baskı, onu hapse tıktırdı. Hiç hak etmediği halde. Sonuçta pek çoğumuzu hakim yerine koyan bir refleks oluştu bu hukuk düzeni sayesinde. Köpeğe tekme atan gencin ortalıkta dolaşması, günümüz için bu düzenin anıt örneği olmuştur.

Kaynaklar’ın su sorunu kökten çözülüyor

kaynaklar-resim-2Buca’nın mahalle statüsündeki Kaynaklar Köyü, artık bol suya kavuşuyor. Sonra yıllarda cazibe merkezi haline gelen ve hafta sonları, ziyaretçilerle birlikte nüfusu dört kat artan Kaynaklar’da özellikle Yaz aylarında baş gösteren su sıkıntısı, Merkez Mahallesi Muhtarı Erhan Şen ve Buca Belediye Meclisi’nin CHP’li üyesi Arif Şen’in girişimleriyle çözüme ulaştı.
Köye, 42 yıl önce Nif Dağı eteklerindeki Gürlek mevkiinden imece üsulü çalışılarak getirtilen suyun yetersiz kalması üzerine, Erhan Şen ve Arif Şen, İZSU Genel Müdür Yardımcısı Tülay Yıldız ile görüşerek konuya bir an önce el atılmasını istediler. Bunun üzerine İZSU ekipleri, yörede çalışmalara başladı ve Karapınar mevkiinde aynı adı taşıyan derenin suyunu köye getirtmek üzere karara varıldı. Keza köy merkezinde bir derin kuyu kazılarak su sorununun kökten çözülmesi adına ciddi bir adım da atıldı. Merkez Mahallesi Muhtarı Erhan Şen, “Su kesintileri hepimizi bunaltmıştı. Yıllar önce dedem ve babam bu köye su ve elektrik getirilmesi konusunda ciddi çalışmalar yapmışlar. Şimdi su sorununun çözülmesine vesile olmak bana nasip oldu. Çok mutluyum” dedi.


kaynaklar-resim-1


Polisimize ne oluyor ?

Gün geçmesin ki, polis vakaları medyaya yansımasın:
Polisin, eylemcileri dövmesini içimize sindirmesek de geçelim. Değineceğimiz şey, polisin kendi iç dünyasındaki değişimlerin yaşamına yansıması ve tatsız olaylara imza atması:
Kendisinden yardım isteyen kadınlara dayak…
Yasa dışı işlere karışmak…
Hadi FETÖ'cü olmayı da geçtik:
Müslümanlığın sözde hamisi kesilmek… Türk bayrağı astı diye aracın şoförüne ceza yazmak…
Beylik tabancasıyla eşini ve çocuklarını öldürüp intihar etmek… Görev aracının içindeyken yoldan geçen kadınlara laf atmak… Yani normal olmayan olaylara karışmak… Sıkça rastlamıyor muyuz bu olaylara? Ve daha nicelerine…
Ülke nüfusunun önemli bir bölümünü teşkil eden teşkilat içinde böyle “arıza”ların çıkması normal. Ama işte bu “arıza” polis olunca işin şekli değişiyor. Bu kuruma, bu kimliğe güven sorunu başlıyor toplumda. Herkesin yapması normal karşılanan şeyi polis yapınca tepki oluşuyor, tedirginlik başlıyor ve insanların bakış açısı değişiyor. Polis okulları, polis akademileri, enstitüleri kuruldukça ve polis çıkacak gençlere pedagoji dersleri verilmeye başlanınca bu örneklerde önemli azalma olmuştu. Keza 1970’li ve 1980’li yıllarda polislere moral eğitimleri verilirdi. Bu moral eğitimleri verenlerden biri de kadim dostum Psikiatrist Bekir Grebene.
Batı Çim kuruluşunun damatlarından da olan Grebene, belli periyotlarla İzmir polisine eğitim verir, onların hem problemlerini çözmeye çalışır, hem de morallerini yükseltmeye gayret ederdi.
Bekir Grebene, polisin davranışında aktüel gelişmelerin önemli etkisi olduğunu savunurdu. Hatırlayın o yılları… Ülke huzurunun kuru yaprak gibi savrulduğu yılları. Bu gerginliği de en çok polis yaşardı. Nerede olay var, sür polisi ileri. Nerede bir kargaşa var, polis görev başına.
Nöbetler, kaldırılan izinler, yetersiz kalan maaşlar, bir türlü çözülmeyen askerlik sorunları, o yıllarda polisleri öyle yıpratmıştı ki, ister istemez, onları tatsız olayların içinde buluyorduk.
Bugün, eğitimsiz polis yetiştirmeye yönelik bir politika savunuluyor. Olmaz.
Bu, hem ülkeye, hem o gence kötülük etmektir.
Polisimiz, ne kadar çok eğitilirse, ne kadar çok devletin hikayesinde olursa ve oradan oraya sürülmezse, sosyal yapısı güçlendirilirse , ekonomisine katkı verilirse ve moral değerleri gözetilirse ülke huzuru da o ölçüde korunmuş olur. Polis, vatandaşa, kimliği, inancı, giyimi, kuşamı, düşüncesi ne olursa olsun karşı gözle bakamaz. Buna hakkı yoktur. Buna hakkı olmadığını ona öğretecek olan da eğitilmesidir. Dün, Bekir Grebene bunu tek başına yapıyordu ve bence yetmeye de çalışıyordu. Bugün yüzlerce Bekir Grebene’ye ihtiyaç var gibi görünüyor…