Raşel Meseri yeni romanı ‘Elsa Niego'nun Cenaze Alayı'nı şöyle anlatıyor: “Gündelik olanın içindeki 'saçma'nın, kişisel olan ile politik olanın iç içe geçmişliğini anlatmanın peşindeyim. Yeni romanımın acı hamurunun fantazyanın yanı sıra gerçeklerle yoğurulmasının nedeni budur”

Duygu ve düşüncelerimi sözcüklere dökemeseydim onları resim, fotoğraf, belgesel ya da filmlerle tarif ederdim” diyor Raşel Meseri. Ardından Alfa Kitap markasıyla yayımlanan yeni romanı ‘Elsa Niego'nun Cenaze Alayı’nın kapağını işaret ediyor. Çocuk oyunu, öyküler ve romanlarının yanı sıra sanatsal yeteneğini belgeseller, kısa filmler ve resimlerle ifade eden çok yönlü sanatçı ojeyle çizdiği kitabının kapağındaki resmin yaratılış nedenini şöyle açıklıyor:

Romanımı yazarken zihnimde bir sahne belirmiş ve romanın kristalize olmuş bir imgesine dönüşmüştü. Kızıl gökyüzünün altında kalabalık bir cenaze alayı imgesi de zihnimi istila edince onu bir kağıda resmetmek zorunda kaldım.”

Fantazyayı düşler, sanrılar ve gerçeklerle harmanladığı romanında yüz yıl önce yaşanmış tarihi olayı başarılı bir kurguya dönüştüren Raşel Meseri ile sizler için söyleştik.

Whatsapp Image 2024 09 10 At 11.35.13(1)

YAZDIKLARIMLA YAŞARIM

  • Beşinci romanınız Elsa Niego'nun Cenaze Alayı yayımlandı. 2018'den bu yana neredeyse her yıla bir roman. Yazı, hayatınızın ne kadarını kaplıyor?

Sanatsal ve kültürel üretimin olmazsa olmazı sıkı ve yoğun çalışmadır. Böyle zamanlarda günde neredeyse kesintisiz altı-yedi saat masa başında yazarak geçer. Pazarları hariç. Geri kalan zamanımın bir kısmında ise romanı besleyecek araştırma turları yer alır. Kalan sürede adeta yazdıklarımla yaşarım. Özellikle de bir konu kendine çekerek beni esir aldığında.

  • Nasıl başladı tam zamanlı yazma uğraşı?

Sistematik olarak yazmaya biraz geç başladım aslında. Belki de bu kadar yoğun çalışmamın sebebi kayıp yılları telafi uğraşıdır. Ama yazı yazmak bir biçimde hayatımda hep vardı. Yazının gücünü keşfetmemi sağlayan kızımın varlığıydı belki de. Çocuklar doğrudan söylenenlere direnç gösterirler. Ben de bu yüzden kızımdan yapması gerekenleri resimli ve öykülü notlarla, içlerine biraz da oyunlar katarak isterdim. Bu yöntem çok verimli oldu üstelik didaktizmin sıkıntısını da aldı götürdü. İçimde müthiş bir yazma isteği uyandı.

Whatsapp Image 2024 09 10 At 11.35.13(2)

  • Kitaplara nasıl dönüştü bu istek?

Önce uzun yıllar sürdürdüğüm reklamcılık mesleğime son noktayı koydum. Peşi sıra bir arkadaşımla birlikte yazdığımız bir çocuk oyunu Devlet Tiyatrosu ve İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda sahnelendi. Çocuklara hikâyeler anlatmanın büyüsüne kapılmıştım bir kere. Bir de baktım ki basılmış on çocuk kitabım var. Bir kadın dedektifin başından geçenleri anlatan ‘Dedektif Şerife / Kayıp Gölgeler Peşinde’ adlı 11’inci çocuk kitabım yakında yayımlanacak.

  • Romanlarınızda büyülü gerçekçi ögeler bir hayli baskın. Kimler etkiledi sizi?

Aslında ilk romanım ‘Köpekbalıklarının Kayıp Şarkıları’nın fantastik, masalsı ve absürd ögelerin baskın olduğu yaşı olmayan değişik bir tarzı var. Bu haliyle biricik kitap belki. Sanırım çocuk kitapları yazmak, bana yaşlar ve hem edebiyat hem de canlı türleri arasında gezinme yeteneğini kazandırdı. Diğer romanlarım Kırık Şehir, Küt Oynayan Kadınlar, Meskûn Zaman ve son romanım Elsa Niego’nun Cenaze Alayı, büyülü gerçekçiliğin ağır bastığı ama bir yandan da gündelik hayatı, fantastik ve distopik öğelerle anlatmaya çabaladığım yapıtlarım.

  • Tek bir tarzdan söz etmemeliyiz o zaman!

Kesinlikle! Edebiyatta türler keskin çizgilerle birbirinden ayrılmadığı gibi dünya tek bir türün içine sığdırılamayacak kadar da karmaşık. Anlatım imkânlarının sınırlarının zorlanabilir ve birbirlerini besleyebilirler. Gündelik olanın içindeki absürdü çıkarmanın, kişisel olan ile politik olanın iç içe geçmişliğini anlatmanın peşindeyim ben.

  • Etkilendiğiniz yazarlara gelirsek...

Öncelikle roman türünün ilk örneği sayılmasına rağmen kendine özgü bambaşka bir tarzı olan Don Kişot'un yazarı Cervantes ile başlamalıyım. Başımın tacı Ursula K. Le Guin, Bulgakov, Calvino, Salinger, Michael Ende, Jeanette Winterson, İhsan Oktay Anar… Sevilen yazarlar saymakla biter mi!

Whatsapp Image 2024 09 10 At 11.35.13(3)

DİN, DİL, IRK ve TÜR ÜZERİNDEN ŞİDDET

  • Son iki yapıtınızın öykülerini, Türkiye Yahudilerinin geçmişte yaşadığı acılardan örmüşsünüz. Bu dönemler toplumsal belleğimizde bir uyaran olarak yerini aldı mı sizce?

Tarihin akışına baktığımızda insanlığın bir tür amnezi içinde olduğunu görürüz. Tarih çoğu zaman muktedirlerin bilmemizi istediği hikâyeler üzerinden yazılır. Başka okumalar yapmak için bolca kuşku biraz da öfke gerekiyor ve bize giydirilmek istenen giysilerin ölçüsüyle davranmamak. Aslında "Bir daha olmasın" dediğimiz her şey sürekli tekrarlanıyor; din, ırk, cinsiyet, tür üzerinden uygulanan şiddet örneğin. Gün geçmiyor ki bir grup kendisine uygulanan zulmün benzerini bir başka gruba uygulamasın!

  • Bir örnek verebilir misiniz?

Hemen yanı başımızda yaşananlar mesela! Yüzyıllar boyunca oradan oraya kovulmuş ve baskı görmüş Yahudilerin kurduğu devleti yöneten sağcı ve dinci iktidarın şu anda Filistin’de uyguladığı korkunç şiddeti, uyguladığı sömürgeci politikaları ve çektirdiği büyük acıları görmezden gelmek mümkün mü?

  • Bu denli zulmün dönemsel sebepleri neler olabilir?

Günümüz dünyasının siyasi ikliminde yükselen sağ, ırkçı ve homofobik zihniyet, çatışmaları körüklüyor, bizzat üretip teşvik ediyor.   

  • Gazze'deki katliamlar da yenilerine standart teşkil ediyor sanki…

Dünyanın her yerinde her dönemde benzer acılar, güçsüz ve çaresiz olan halklar üzerinde tekrarlanıyor. Zulmün aması olmaz. Bebeklerin üzerine yangın bombalarının atılan, korkunç bir orantısız güce maruz kalan, yaşayan halkıyla birlikte yok edilen Gazze'de olan bitene inanamıyor insan. Öte yandan kendi insanlarına büyük acılar yaşatan İran ve Afganistan gibi ülkeleri, dünyanın dört bir yanında 100 yıldır yaptığı gibi Irak'ı da yerle bir eden ABD'yi, Afrika'da birbirine kırdırılan birçok mazlum ülkeyi de unutmamak gerek.

  • İnsanlık empati duygusunu da yitiriyor sanki…

En kötüsü de bu. Hiç kimseyi ayırt etmeksiniz söylüyorum, insanlar ve uluslar, uzaklardaki acılara yakınlarındakine baktığı gibi bakmıyor.

  • Kendileri gibi inanıp yaşamayan insanlara... Konfor alanını tehdit ettiğini düşündüğü hayvanlara bile hayat hakkı tanımıyorlar!

Her tür cana uygulanan şiddet can yakıcı. Katledilen hayvanlardan tutun, kadınlara, LGBTİ+ bireylere, güvencesiz çalıştırılan emekçilere, günah keçisi ilan edilen sığınmacı ve göçmenlere, adaletsiz hukuk sisteminin gadrine maruz kalan tutsaklara… Bütün bu zulme direnen insanlar olmasa karanlık bizi iyiden iyiye boğardı.

ELE AVUCA SIĞMAZ, CİN GİBİ BİR KARAKTER

  • Yeniden edebiyata dönersek... Elsa Niego'da gri zeminli özel fragmanlar var. Bize onların işlevine dair ne söylersiniz?

Romanda iki anlatıcı var; ikisi de 1927’de aşkına karşılık alamadığını düşünen bir subay tarafından katledilen Elsa Niego’nun hikâyesini zamanı bir öne bir geriye kaydırarak kişisel ve toplumsal gerilim hatlarını anlatıyor. Meskûn Zaman’dan tanıdığımız Zimbul, bir yandan hayatının en önemli varlığı olan Makbule’yi yitirme travmasını anlatırken, diğer yandan hayata (hayata?) tutunmanın yolu olarak daha geniş bir tarih sahnesine dahil oluyor. Üst anlatıcı ise devlet ve erkek şiddetinin sürekliliğini anlatmak için var. Gri sayfalar bunlara pratikçe izlemeye yarıyor.

  • İki romana ağırlığını koyan dünya tatlısı Zimbul…

Zimbul’u sevmeniz mutlu etti beni. O, her yere sirayet etme yeteneğiyle bize aynı anda görme imkânımızın olmadığı olayları getiriyor. Bir minyatürün üstünde bir kamera-göz gibi gezinen biri olarak hayal ediyorum onu. Bazen sınırsız yaşamış birinin bilgeliğiyle bazen de zıpır, oyuncu bir çocuğun ruhuyla.

Whatsapp Image 2024 09 10 At 11.35.13

  • Onunla bir başka romanınızda karşılaşacak mıyız?

Kim bilebilir? Bu onun kararı, ben karışamam.

EDİP CANSEVER ŞİİRLERİNİN RÜZGARIYLA

  • Küt Oynayan Kadınlar'da Edip Cansever rüzgârı da esiyor. Bezik Oynayan Kadınlar'ın ötesinde Tragedyalar'dan da esinlenmeler var sanki!

Edip Cansever en sevdiğim şairlerdendir. Evet, Bezik Oynayan Kadınlar’ı ilk okuduğumda çarpılmıştım. Zaten çok iyi filmler çıkar aslında Edip Cansever şiirlerinden; izlenimci, küçük, poetik filmler. Küt Oynayan Kadınlar’ı yazarken ondan etkilendiğim doğru. Ama bu romanımı Tragedyalar ile ilişkilendiren ikinci kişi olmanız beni şaşırttı. Daha önce iyi bir okur olan bir dostum da aynı yorumu yapmıştı.

BASKILANAN ÖZNEYİ MERKEZE KOYMAK

  • Neredeyse tüm baskın kahramanlarınız kadın. Bu durum özel bir seçimin sonucu mu?

Baskıyı, eşitsizliği anlatmak için baskılanan özneyi merkeze koymak çabası bu herhalde. Kadını anlatmak esasen sistemi açıklamayı sağlıyor. Sistemin kadını ehlileştirmek istemesi, baskı altına almaya çalışması, onun kocaya veya babaya bağımlı kılması eşitsiz toplum anlayışının çekirdeği. Bu yüzden de kadınların direnişi bu kadar güçlü! Kadınının içine kıstırıldığı yapıyı ve onun içinden çıkma çabasını anlatmak bir anlamda çok daha geniş bir hikâyenin çatısını da oluşturuyor.

  • Elsa Niego'da alıntıladığınız bir ifade var: “Zaman yaşadığımız ömürden ibaret değil.” Bize bu ifadeyi açar mısınız?

İnsan ömrü çok kısıtlı ve bunu bilmesine rağmen sınırlı olan bu zamanı çok da geniş görme teamülünde. Böyle olması bir noktaya kadar kaçınılmaz çünkü yaşam kadar ölümün de farkında. Bu nedenle varoluşsal kriz bitmez. Her şeyin kendi ömrü içinde gerçekleşmesini veya hayatının içine sığmasını istemekten vazgeçemez. Oysa zaman sonsuz ve aynı zamanda halkalarının örüntüsü karışık. Düz bir çizgide ilerlemiyor.

KUTU…

İzmir'in yaşam tarzına sahip

çıkma direnci çok kıymetli!

  • Son iki romanınızda sizin şehriniz İzmir var. İzmirli olmak ne ifade ediyor sizin için?

Esasen son üç roman desek yanlış olmaz. Her ne kadar Küt Oynayan Kadınlar romanı Çeşme’de bir araya gelen bir grup kadının bir gününü anlatıyorsa da çıpa İzmir’de. İzmir, doğup büyüdüğüm kent. Onu her şeye rağmen seviyorum; bir şehirli olmak ne demek tam olarak bilmesem de içinde ona yönelik bitmeyen bir aşinalık ve merak olduğunu biliyorum. Ayrıca hikayelerimi iyi bildiğim yerlerden kurmayı çok severim.

  • Romanlarınızda sıkça adı geçen Karataş ve Asansör civarında sanırım yaşadınız da.    Oraları yazarken oralara gidip gözlem yapma ihtiyacı hissettiniz mi?

Meskûn Zaman’ı yazarken, romanın geçtiği Karataş ve Asansör bölgesine sıklıkla gidiyordum. Hem çocukluğumun geçtiği bu bölgeye dair anılarımı tazelemeye hem de sürekli değişen kentin suretini izlemeye. Bu mikro geziler bile kentin ne derece değişip dönüştüğünü anlamaya yetiyordu.

  • Buralar eski güzelliklerini koruyor mu? Bir belgeselci olarak gözleminiz nedir?

15 yıl kadar önce "İzmir Deniz Çocukları" adında, bölgenin 50'lerden bugüne kentsel, mimari ve kültürel olarak nasıl değiştiğinin izlerini süren bir belgesel çekmiştik. Mimari olarak, kültürel çeşitlilik ve bir arada yaşama alışkanlıkları bakımından kaybedilen şeyler olsa da hiçbir zaman buralarda bir altın çağ yaşanmamıştı zaten. O dönemde de resmi refleks, belli bir ulusal ve sınıfsal kimliği korumaya yönelikti. Ayrımcı tekerlemeler çocukların oyunlarını süslüyordu. Hâlâ adımın anlamını soranlarla karşılaşıyorum. Her şeye rağmen İzmir’in yaşam tarzına sahip çıkma direncini önemli ve değerli görüyorum.

  • Adı tarihi Asansör ile özdeşleşen Dario Moreno'yu da analım mı?

Tabii ya! Dario Moreno İzmir’in yetiştirdiği en iyi ve özgün müzisyenlerdendir. Karataş'ta yaşamış, dünya çapında bir şarkıcı olmuş. Nasıl bazı yazarlar ve bilim insanları yaşadıkları yerlerle anılıyor ve evleri müzeleştirilerek şehir kültürü içindeki yerlerini alıyorsa Dario için de bunlar yapılmalı. Sonuçta şehirler içlerinden çıkan ve başkalarına esin kaynağı olan insanlarla şekillenir. Dario da öyle figürlerden.