Başlığa bakıp da “ooo vurgundan bol ne var memlekette” diye sorabilirsiniz? Haklısınız büyüğüyle küçüğüyle topraklarımız asırlardır “vurguncuların” cenneti olmuş.
1873 yılının 9 Haziranı'nda İstanbul'da yayımlanan Hulâsatülefkar Gazetesi'nde yayımlanan haberi okuyalım önce: "Edirne Demiryolu'nun açılış töreni: Zatı Sami Hazreti Sadaretpenahi ile Vükelayı Fiham Hazaratı saat 9,5 sıralarında anılan mahale gelme şerefini buyurmuş ve devletli vilayet valisi Hacı İzzet Paşa Hazretleriyle bazı memurlar ve vilayet ileri gelenleri hazır oldukları halde resmi karşılama yapıldıktan sonra orada geçici şekilde tertip olunan bahçe ve istasyon mevkiine rengarenk bayraklar asılmış ve türlü kandil ve fenerler yakılarak fevkalade şenlikler yapılmıştır. Akşam Rumeli Demiryolu sahibi Mösyö Hirş tarafından Sadrazam ile bakanlardan seksen kişiye özel olarak mükemmel bir ziyafet çekilmiş, yemekten sonra Mösyö Hirş'e şerefli Osmanlı nişanının üçüncü rütbesinden ve beraberindeki görevlilere de çeşitli rutbeden nişanlar verilmiştir. Yemeğin sonunda Mösyö Hirş tarafından kendilerine verilen bu güzel bağışlardan ve üne kavuşturmasından dolayı Allah'ın gölgesi padişahın ömrünün çok uzun olması duasını okuduktan sonra gerek Sadrazam'a gerek vekillere yapılan teşekkür töreni orada hazır bulunanlar tarafından da memnuniyetle kabul edilmiştir. Sözü edilen gecede saygıdeğer vekillere özel olarak Sarayiçi denen yer döşenip süslenmiş, onlar bu iç açıcı yerde dinlenirken o gece çeşitli fişekler atılarak sabaha kadar 'Padişahım çok yaşa' diye memur ve halkın içten bağlılık sesleri göklere çıkmış."
Anladınız sanıyorum, bazı özcükler eski ama yaz anlaşılıyor.
Ne diyorsunuz şimdi?
Bu son haberde adı geçen "Mösyö Hirş" kimdir der misiniz?
Bu Baron De Hirsch, Macar kökenli Yahudi bir banker. Bazı kaynaklarda “finansör ve hayırsever” de yazıyor. Aslında geçen yüzyılın bu namlı şahsiyeti gibi kimler kimler geldi geçti değil mi? Ömrünün uzun süresi “tefecilik” yapıp sonra da “iyilik meleği” kesilenler yok mu sanki? Neyse bu Hirsch’in işleri 1860 gibi iflasa dönmüş. Bunu kurtaran kim olmuş? Tabii ki Osmanlı! Osmanlı Devleti onyıllarda “Rumeli’ye demiryolu” düşünüyormuş ama yapacak kimse de bulamıyormuş. Zor durumda olan Mösyö Hirş’in karşısına Osmanlı’nın Nafıa Nazırı Garabet Artin Davut Paşa çıkınca işler değişmiş. Talip olmuş demiryoluna, bir de sözleşme hazırlatmış ki, maddelerini kendinden başka kimse anlamamış. E Nafıa Nazırı ısrarcı olunca (acaba nasıl oldu? Rüşvet mi aldı ne yaptı ki acaba?) Rumeli Demiryolları Baron Hirş’in olmuş.
Devleti soyma, halkı sömürmenin tarihi bir gün yazılırsa, kim bilir ne çok şaşıracağız.
Mösyö Hirş denen herife nişan takan Osmanlı, gariban halkını da "padişahım çok yaşa" diye bağırtmış. Devlet, 190 milyon franga mal olan Rumeli Demiryolları için 790 milyon frank borca girmiş.
Baron Hirş, öyle bir çark döndürmüş ki, parasız ve iflas etmiş bir bankerken meşru ve gayrimeşru olarak kazandığı 350 milyon Frank ile, bir anda Avrupa’nın sayılı zenginleri arasına girmiş. Bu olay döneminde dünya ticari çevrelerin de, “yüzyılın vurgunu” olarak değerlendirilmiş, yazılmış, konuşulmuş. Sonraları, Osmanlı hükümeti, Hirsch ile itilafa düşmüş ve konu mahkemeye intikal etmişti. Bakın bu olayla ilgili Ahmet Cevdet Paşa ne demiş: “Hirsch’a dair, dört binden fazla evrak çıkarılıp bir sene süre ile incelendi. Yapılan incelemeler sonucu, o kadar yanlış ve fahiş uygulamalar görüldü ki, bunlara gaflet ve hata eseridir denilemeyeceği, hepsinin rüşvet ve çalıp çırpma neticesi olduğu anlaşıldı.”
Rumeli Demiryolları’nın Osmanlı devletine toplam maliyeti, 2 milyar 800 milyon Fransız frangı olmuş ve devlet, yıllar boyunca bu borcu ödemeye devam etmişti. Hatta 1954 yılında en son taksiti ödenen “Birleştirilmiş Osmanlı Borçları” arasında, Rumeli Demiryolları borcu da varmış.
Hiç eksik olmuyor bu “vurguncu, karaborsacı, tefeci ve sonradan hayırsever” insanlar... Her devir başka şekillerde “şeytanın şubesi” gibi çalışıyorlar. Ama olan neye oluyor geçmişten bugüne biliyor musunuz? Hep o melek yüzlü çocuklarımıza oluyor. Doğrudan olmasa da dolaylı...
15’liler ölmesin artık...
Balkan Harbi...
Çanakkale...
Birinci Dünya Harbi...
İstiklal Harbi...
Toplam kaç şehit verdik biz? Binlerce, on binlerce... Peki yaşları neydi?
O meşhur “15’liler türküsü” neden yakıldı?
Nereye gitti “15’liler”?
Savaşa... Canlarını vermeye...
Çanakkale’de şehit olacaklarını bilerek, kollarındaki bezlere “Vatan Sağ olsun” yazan gül yüzlü liseli çocuklarımız.
İzmir mesela. Çanakkale’de, İstiklal Harbi’nde gencecik çocuklarını verdi hep biliyor muyuz? Şimdiki Atatürk Lisesi’nin müzesinde o çocukların mektuplarını gördüm ben.
Ya şimdi?
Gençlerimiz umutsuz... Hele geçen hafta Furkan isimli 18 yaşında bir gencimiz attı ya kendini kayalıklardan? Bir de mektup bıraktı geriye? Üst üste olmaya başladı bu kara haberler.
Neden peki?
Neden hep gençlerimiz ölüyor? İşsizlik, umutsuzluk, ufuksuzluk...
Bir önceki yazıda bir “örnekti” hatırlattığım.
Şimdi sizden ricam tekrar okuyun ilk yazıyı.
Gençlerimizi hep “şehit” ya da “ölü” değil, geleceğimizin aydınlık yarınları olarak görmek zorundayız.
İzmir’in emanet binaları...
Okullar, hastaneler, istasyonlar, devlet kuruluşları, camiler, anıtlar, çeşmeler...
Sanki “itinayla” yok ediliyor. Aslı unutturulup, saçma sapan mekanlara çevriliyor. Yüreğim acıyor... Söyler misiniz nerede 8500 yaş? Hani göstergeleri? Agora mı sadece? Kadifekale mi? Mevlevihane yok olmuş, Bektaşi dergâhı yok olmuş, Acem tekkesi yok olmuş. Kemeraltı’nda ciddi “kimlik” sorunu var. İzmir’in bilen, düşünen, araştıran tescilli yürekleri, beyinleri “kırılmış”, ellerini eteklerini çekmiş sanki İzmir’den. Basmane, İkiçeşmelik, Eşrefpaşa, Karantina, Havra Sokağı hep beklerken “yeniden haydi” demeyi, sanki uzaylılar işgal etmiş de İzmir’i, 8500 yıllık kimliğine kimlik biçiyor. Kafama takıldı şu tarihi İstasyonlar mesela... Demiryolları nasıl bilemez “doğru” işleri de, bu kadar anılarına aykırı tahsisler yapar. İzmir’in tren istasyonları o kadar özel ki... O gencecik askerlerimiz uğurlanmış mesela yıllarca... Ama ne diyorum ki? İstiklal mücadelesi kokan Kültürpark’ımızı, Avrupa’daki sıradan parklarla karıştıran o kadar çok “yabancı” var ki aramızda? Bu konuya fena takıldım... Yazmam lazım... Yazdım diye “kızan” olursa da ne yapayım, dondurma ikram ederim olur biter!