25 Ocak’ta, Elazığ ve bölgesinde deprem gibi bir gerçekliğin “ben buradayım” demesinin, onlarca insanımızın ölüp yüzlercesinin yararlanmasının acısıyla, Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’ndeydim. Şimdi bilirim, diyecekler ki: “Böylesine acılı bir günde tiyatro olur mu?”
Ben de sorarım ki: “Kendine ve böylesi günlerde önce sanatı erteleten cin fikirlilere şunu sor: sanatı eğlenceden ve göbek atmaktan sanıp örseliyorsun. Peki, mesela at yarışından on numaraya günde sekiz kere tezgâh açtığın cümle kumarı kesip, borsanı mezadını durdurup, şizofren dizileri magazinleri niye susturmuyor, borazanlarının yedi yirmi dört cak cak ötmesini niye kesmiyorsun?” Mesele bu kadar basittir. Bu gerçekliği suratlarına vuran ve her şeye rağmen direnen tek duruş sanattır. Yeterince hurufat harcadık, konumuza geçelim.
Dedim ki, “Aziz Kocaoğlu bu kente, bırakın her işi, yalnızca Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’ni kazandırdığı için her zaman saygıyla anılacak.” Yanımda kardeşim, mezun olduğum okulun eski dekanı ve meslektaşım Semih Çelenk vardı. Sahnede de Fırat Tanış denen bir yetenek toplamı ile ona eşlik eden harika bir saz heyeti. Don Kişot Yapım tarafından kotarılan, Semih’in “Gelin Tanış Olalım” adlı oyunu için oradaydık.
Semih, yeteneği, çalışkanlığı, sonunda göreve iade ile biten saçmalığa inat akademik kimliği, Balıklıova Köy Tiyatrosundan Mahalle Tiyatrolarına uzanan çabası, çevirileri, kuramsal yapıtları, şiirleri ve oyunlarıyla bir İzmir rengidir. Her yerde ve her alanda olduğu gibi, bu kentin de konu mankeni, ter dökmeden rant derleyeni, hikmetinden sual olmaz ortalıkta gezeni, bir de onlara yüz verenleri hallicedir. Bir de işini, emeğini, deneyimini samimiyetle ortaya dökenleri vardır. Semih, onlardan biridir.
Güzel ve zekâ örneği bir adlandırmayla, oynayanla oyunu, içerik ile izleyene çağrıyı bütünleştiren “Gelin Tanış Olalım” başladı. Bendir ile sazın, ezgi ile sözün şahane buluşması, bizi kadim bir coğrafyanın aşka, hasrete, direnişe, umuda ve elbette hayatı çekilmez kılanları perişan edip gömen eleştirilere uzanan öykülerinde dolaştırmaya koyuldu.
O türkülerin, deyişlerin, taşlamaların, kısaca buram buram insan kokan ezgi ve kelamların elbette aşinasıydık. Onlar, başımız sıkıştığı, umutsuzluğun kapımızı çaldığı, içimizin karardığı zamanlarda sığındığımız limanlar, koyaklar, güç ve cesaret derlediğimiz dağlar, ovalar, nehirlerdi. Pir Sultan Abdal’dan Karacaoğlan’a, Nesimi’den Yunus Emre’ye, Şeyh Bedreddin’den Âşık Veysel’e, bu toprakların “umudu kesme yurdundan” sözünün kanıtı olarak bize sunduğu işaret fişekleriydi. Semih şiirsel anlatımıyla, türkülerin deyişlerin arasına girerek, bize oyunuyla bunları anımsatıyordu.
İnsanı ve insani olanı sahneden, sayfalardan, ekranlardan kovmak için, elden gelenin yapıldığı bir süreçte, bütün bu değerleri incelikle anlatmayı ve anımsatmayı başaran bir oyun izledik. Emek ürünü bir derlemeyi, dramaturgi ustalığıyla ve bir “meseleye” dönüştürme becerisiyle sunan oyunda, beni en çok etkileyen “boş alan” kullanımı oldu. Sahne dekoruyla sahneyi Çıfıt çarşısı gibi doldurmayı karıştıranların, “Gelin Tanış Olalım”dan öğreneceği çok şey var. Oyunculuğun bir “total” olduğunu unutanların, müzikalde oynuyorum derken, sıra şarkı ve dansa geldiğinde yerini hiçbir kaygı ve saygı duymadan, şancılara ve dansçılara bırakanların da kuşkusuz Fırat Tanış’tan öğreneceği çok şey var. Bütün bunların yanında, görmesek de bize sahnede “ikinci bir kişi var” izlenimi veren, oyun boyunca Fırat’a eşlik eden o spot ışığını da, ne kadar yaratıcı olduğunu kanıtlamak için yırtınanların görmesinde yarar var.
“Seyirci böyle istiyor” korkaklığı, kurnazlığı ve ucuzluğu içinde sanatı mahvedenlere gelince, bir zahmet gitsinler de, kendileriyle bir yüzleşsinler demekten başka çarem yok.
Emperyalizme ve işbirlikçilerine itiraz edip direnirken bilelim ki, onların çaldıkları zamanlar, emekler, kaynaklar nasılsa geri kazanılır. Biz asıl “Kültür Emperyalizmi”nin yıkımını nasıl onaracağız? “Gelin Tanış Olalım” asıl bunun için önemlidir. Emek verenlere selam olsun.