Geçmişte “irtica”, sonraları “yobazlık”, “bağnazlık”, “tutuculuk” vb. olarak tanımlanan gericilik, aydınlanmayla birlikte gözlemlenmeye, kıyaslanmaya ve tanımlanmaya başlayan bir insanlık hastalığıdır. Gericiliğin geçmişten bugüne kendine özgü kodları, söylemi ve yöntemleri vardır. Örneğin, Uğur İşlek’in Gelenek Dergisindeki (Ekim 1998, sayı:58) “Gericiliğin Doğu-Batı Retoriği” yazısı, konuyu derli toplu anlatır. İnternetten bulunup, okunabilir.
Karşı olmak, bilmekten başlar. Gericilik en çok, ona bilmeden karşı çıkanları sever. Geçmişten bugüne kazandığı mevzilerin ve yaşadığı mutluluğun en önemli kaynağı o cahiller olmuş, gösterdikleri aymazlık ve sağladıkları cesaret sayesinde, pervasızlığı doyasıya yaşamıştır. Bu cahiller, liboşlardan tatlı su demokratlarına, hamasi ve kof refleksleri mücadele sananlardan içlerindeki gericilik kalıntılarından habersizlere, geniş bir yelpaze oluşturur. Geçen hafta “Kristalize Yaşamlar” başlıklı yazımızda, bu tiplerin kimilerine ve yol açtıkları sonuçlara değinmeye çalışmıştık.
Gericilik, betonlaşmaktır. Demokrasi bu genellemenin içinde, kitleselleşme ve nihayet iktidarı ele geçirme dışında, hiçbir öneme ve değere sahip değildir. Bunu her vesileyle bin kere kanıtlamış, lakin gericiliği bir türlü doğru okuyamayanlar sayesinde, kendini bir de “demokrasi kahramanı” olarak pazarlama olanağı bulmuştur. Nimetlerinden tıka basa yararlanırken, demokrasi dışı bir iklim yaratmak için elinden geleni yapar. Ödünsüzdür, sabırlıdır. Geçtiği her eşikten sonra, kapıları hiçbir sızmaya olanak bırakmayacak biçimde mühürler. Bu durum, “gericiliğin ilerlemesi” olarak adlandırılacak ve paradigması bilinmedikçe anlaşılamayacak bir kararlılığın özetidir. “Bu kadar da olmaz” şaşkınlığı, o dünyaya dair cehaletin zavallılığıdır.
İdeolojik bir tercih olan gericilik, kendi dışındakileri türlü lafebeliği ile itibarsızlaştırmaya çalışırken, yaşanan sorunların geçmişten kopma, unutma ve yok etme yüzünden olduğunu söyler. Gerçek ilerlemenin, geçmişteki değerlere dönmek olduğunu savlar. Onlara tutunmak ve bir yaşam biçimine dönüştürmek, laik, seküler ve demokrat sapmalara, felsefenin, bilimin ve sanatın kafa karıştırmalarına karşı en iyi ilaçtır. Kendine özgü dili, mantığı, etiği, kabulleri vardır ve onları tartıştırmaz. Bu kesinliğe karşı çıkan herkes düşmandır. Zaman zaman içlerinden kimiyle birlikte hareket etmesi, betonlaşmaktan vaz geçtiğinden değil, tam tersi daha da sağlamlaşması adına, katkı malzemesi olarak kullanmasındandır. Onlar, işi bitince çöpe atılacak birer mendildir. Kendi yelpazesindeki sapmaları bile anında şeytanileştiren gericilik, bu açıdan tutarlı bir siyasete sahiptir.
Dincilik ile şovenizm arasında, güne ve gündeme göre gelgitler yaşar. Dünyanın her yerinde, iklime, coğrafyaya, zamana ve popülasyona göre değişiklik gösterir. Haçlı Seferlerinden kendini “İslam’ın Troçkistleri” olarak pazarlamaya, “İslami Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi” yazmaktan uluslararası örgütlenmelere bin örnek verilebilir. En önemli çabası, kabul görmek ve saygınlık kazanmaktır. Günümüzde bu çaba “Doğu-Batı “ çatışmasını pompalamak, ötekileştirme siyasetine sarılmak, “Benden olanlar ve olmayanlar” algısını kitlelere benimsetmek, kapitalistleşmeyi asla ihmal etmemekle yürümektedir.
Batı karşıtlığı, emperyalizmin yol açtığı bin bela sayesinde gericiliğe sempati ve mevzi kazandırmıştır. Ancak sıra, en büyük destekçisinin neden emperyalizm olduğu sorusuna geldiğinde afallar. Örneğin, geçmişte komünizm tehlikesine karşı “Yeşil Kuşak Projesi”nin, günümüzde “Yeni Dünya Düzeni” olarak tanımlanan ve haritaları sil baştan değiştirme girişimlerinin emperyalizm tarafından tezgâhlanması, gericiliğin yumuşak karnı ve gizlenemeyen kamburudur. Genellemeler halinde bir giriş yaptık, sürdüreceğiz.
Gericiliğe karşı mücadele, mevzilerini ve dayatmalarını “elde var bir” mantığıyla korumaya ve “doğallaştırmaya” çalışan zihniyeti ve kodlarını, doğru okumaktan geçmektedir. Aynı dili konuşmanız, aynı şeylerden söz ettiğiniz anlamına gelmez deyip durmamız bundandır. O kendini çok iyi biliyor ve anlatıyor, ya siz?