Ve koca bir şehir ağlıyordu
Tutsak bulutların gölgesinde
Deli divane sokakların ışıklarında

Bir genç ozan yanıyordu
Ve kişiler tüm umutsuz bir düzen içindeydiler
En olumsuz şarkılar dudaklarında en yasak şarkılar

Kurulalı beri bu denli
kahrolmamıştı dünya
Gecenin aklığında bu denli
kaybolmamıştı umutlar
Ve posbıyık kedilerin dillerinde
En hızlı yaşamak hırsı okunuyordu

Garip bin türlü garip ozanın gözlerinde
Bir güzel kadın, bir koca şehir yanıyordu
(Refik Durbaş)

Yazımın başlığından başlayım:
Şairin “Toplu Şiirler 1'in bir bölümü “Geçti mi Geçen Günler” başlığını taşır. Ona bir nazire. Demek istedim ki: “Refik Durbaş, fiziksel yaşamını tamamlamakla ölmüş sayılır mı?” Baksanıza, onu tanıyan tanımayan nice kalem, ona övgüler düzüyor; Refik hakediyor bunu çünkü. İyi şiir, tanrıçadır; güzel ölür, güzellik baki kalır.
“Velvele'ye gelince...Bu şiirin macerasını bilen bir tek ben kaldım.
Yıl 1962. Birkaç yıldır İzmir'de (Ege'de) şiir rüzgarı esiyor. Yer, gök, deniz şiir. Bu esintinin getirdiği yapraklar, Ege Ekspres Gazetesi'nin “Gençlerle Başbaşa” sayfasında birikip serpiliyordu. Ege topraklarına; tohum eker gibi...
Karayağız bir genç (hesapça, rüştünü yeni idrak etmiş), Kemeraltı girişinde. Her sabah oradan geçiyordum. Gazeteme giderken kısa kesilmiş saçları ihtilal bildirisi gibi delikanların gülümsemesi yolumu kesiyor, dudakları şu ışıklı sözleri terennül ediyordu:
-Şadan ağabey, Ege Ekspres'in pazartesi sayılarından birer tanesini satmıyor, kendime saklıyorum.
Bir sanat-edebiyat sayfası hazırlayanı ne kadar gururlandırıcı yaklaşım. Aynı günlerde, mesela Hakkari'de öğretmenlik yapmakta olan Fatma Layık, Ege Ekspres'e sadece pazartesi günkü sayıları için abone olmak istiyordu...
...Ayakta gazete satan genç, bir gün elime, buruşmuş bir defter sayfası tutuşturdu.
Bir bakar mısın ağabey, dedi.
Okul defterinden koparılmış yaprakta “Velvele” adlı bir şiir vardı. “Gençlerle Başbaşa”nın ilk sayısına koydum.
O günlerde, yaşamını şiire adamış, şair oldum diye, adı ile soyadı arasına “Neyzar”ı koymuş olan Abdullah Karahan, sayfayı hazırlarken bana yardımcı oluyordu. Doğal olarak sayfada kendisinden de bir şiir yer almasını istiyordu. Sayfa mürettiphanede (düzenleme yerinde) hazırlanırken münderecat (içerik) 5-6 satır fazla geldiği mürettip çırağı İbrahim Cengil tarafından bana bildirildi. Abdullah'a, “Gir içeri, kendi şiirlerinden 8-10 satır çıkar” dedim.
Bizim Apo şair ya; şairler kendi şiirine kıyamaz ya; gitmiş, kendi şiirinden değil, Refik'in şiirinden bir o kadar dize satmış. Şiir (yukarıya koyduğum şekliyle) yayınlandı.
Refik bunun için bana gönül koymadı ama yıllar sonra kendisiyle yapılan bir röportajda, “Velvele şiirini yeniden yazmak isterdim” dedi.
İlk şiirinden sonra, Refik (elbette Ege'nin diğer şairleri) ile yakınlığım sürdü. Çoğu gibi, Refik Durbaş'ı da Salihli Şiir İkindileri'ne çağırıp, kendisine “Dionysos Şiir Ödülü” verilmesini sağladım. Salihli dönüşü bizde bir gece sabaha dek şiirledik. Doğal olarak, Refik'in şiirsel gelişimini ve şiir üzerine şiirsel yazılarını hep izledim. O, kitaplarını, mürekkebi kurumadan bana göndermeyi ihmal etmedi. (İlginç bir not: Oğlu Alişan'ın bir filmi senaryosu ve çekiminde kendisine yardımcı oldum.)
Refik Durbaş'la ilgili, belleğimin mermerine “kazılı nice yazı” var.