Hani şu siyah ve beyaz taşlarla oynanan bir oyun var. Hayır, bahsettiğim satranç ya da tavla değil... Taşları; yuvarlak, yassı ve orta boyda bir düğmeye benziyor. İyiliği ve kötülüğü temsil ettikleri söylenen bu taşlarla, oyuncular hem kendilerine hem de rakiplerine karşı galip gelmeye çalışıyor. Tamam, daha fazla yormayayım sizi, oyunun ismi 'Go'… Go; yüzlerce yıldır oynanmasına rağmen hala Uzakdoğu'da en popüler strateji oyunu. İşte bu oyun, geçmişte bana Güçlü ve Yukari San adlı iki arkadaş kazandırmıştı. (Go ile ilgili daha fazla bilgi için: http://www.gokmenkucuktasdemir.com/?pnum=256) Çiftimiz, İzmir Go Oyuncuları Derneği’nde güzel çalışmalar yaptıktan sonra 2014 yılında Göcek’e yerleşti. Ben de bu bayramı fırsat bilip, bizim tanışmamıza vesile olan sevgili dostum Eylem Aslan ile onları ziyaret ettik.
Böylece onları daha iyi tanıma fırsatı buldum. Özellikle, Yukari’nin anlattıklarından sonra da bu yazıyı yazmaya karar verdim. Şunu baştan söylemeliyim ki çok misafirperverlerdi. Günde tek öğün beslenen çiftimiz, yemek saatlerini bizim evlerine varış saatimize göre ayarladı. Hazırlanan nefis sofrada, bol muhabbet vardı.

Japonya’nın Osaka kentinde reklam sektöründe çalışan, metinleri yazarlığı yapan Yukari San, Türkiye’ye 2005 yılında turist olarak gelmiş. İstanbul, Kapadokya, Pamukkale ve Efes’i gezmiş, çok beğenmiş. Gezdiği her yerde ve Türk Lirası üzerinde de Atatürk’ü görünce araştırmış. Bu kim ve neden her yerde resmi var diye… Atatürk’ü tanıyınca Türkiye’yi daha çok sevmiş, daha çok bağlanmış ve 6 ay sonra bir daha Türkiye’ye gelmeye karar vermiş. Bu kez Ankara’ya gitmiş. Tanıştığı bir Türk’ün rehberliğinde Ankara’yı gezmiş, Anıtkabir’i ziyaret etmiş. 2007’de Türkiye’ye yeniden geldiğinde Türkçeyi öğrenmeye karar vermiş ve TÖMER’e yazılmış. Amacı dilimiz öğrendikten sonra Türkiye’de yaşayıp yaşamayacağına karar vermekmiş. 6 ay eğitim aldıktan sonra Türkiye’den ayrılmış ama 2009’da yeniden dönmüş. Bu kez Türkiye’de çalışmaya gelmiş. Fakat başarılı olamamış. Annesi de rahatsızlanınca Japonya’ya geri dönmek zorunda kalmış. Döndükten sonra 2010 yılında ortak bir arkadaşları sayesinde Facebook’ta Güçlü ile tanışmış.
O günlerde İzmir TAV’da uçuş bilgi sistemlerinde çalışan Güçlü’nün aikido yapıyor olması, bir süre Hindistan’da yaşamış olması Yukari’nin hoşuna gitmiş. Ortak pek çok noktaları da konuşmaları sırasında ortaya çıkmış.
Bundan sonrasını Güçlü şöyle anlatıyor: “Yukari, Türkiye’ye geldiğinde birbirimize aşık olduk ve evlenmeye karar verdik. Bu arada babam Göcek’te bir tekne alıp onu yaptırdıktan sonra kiralamaya başlamıştı. Yukari ile tekne kiralama işini biz mi yapsak diye düşünüp, 2014 yılında Göcek’e geldik. O günden sonra da Göcek’te kaldık. Eşim ve Tolga ismindeki bir arkadaşımla birlikte Irmak Yachting'te olarak çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bugün bünyemizde mutfağı olan, kamaralı, 2 ya da 10 kişilik kapasiteli, toplamda 11 tekne bulunuyor. “

***

Hem bir Japon hem de bir başak burcu kadını olan Yukari yaptığı her işte çok titiz. Aslında biraz da öyle olması gerekiyor. Çünkü çalışma arkadaşları Akdeniz ruhuna sahip. Yukari, “Kimi zaman eleştirmemek için görmemeye çalışıyorum” diyor.
Türklerin iş yaparken yaptığı hatalardan konuşurken, başta sözleşme yapmadan işe başlamamızdan ve bu nedenle ortaklıkların çabuk sonlanmasından dem vuruluyor. Japonlarda da gerçek duygusunu hiç ifade etmememe ve bir maskeleme olduğunu öğreniyorum.

Türkiye’de her sektör çeşitli sorunlarla karşı karşıya… Türkiye’de yat işletmeciliği de yeni gelişiyor. İnsanlar tekne kullanmayı yeni yeni öğrendiklerinden daha fazla arıza çıkıyor. Bu konudaki kanunlar ve kurallar Ankara'dan çıkıyor. Ama orada bu işleri tam manasıyla bilmedikleri için kimi tekne sahipleri bazı durumlardan dolayı mağdur oluyorlar. Örneğin bir sınava girmeden herkes yat kaptanlığı ehliyeti alabiliyor ki bu çok tehlikeli bir durum.
Güçlü, “İki yıldır yabancı müşteri Türkiye'ye gelmiyordu. Bu süreçte bizim hayatta kalmamızı sağlayan Türk müşterilerimiz oldu. Euro üzerinden tekneleri kiraladığımızdan son dönemde euro’daki artışlar Türk müşterilerimizi de etkiledi. İşimiz zordu, daha da zorlaştı “diyor.
Şirketlerinin tekneleri Almanya’da üretilmiş, Slovenya’da direkleri takılmış, Türkiye’de ise bayrakları… Göcek’teki Türk bayraklı en büyük filo. Göcek’te de yabancı bayraklı tekneler ve bu tekneleri kiralayan şirketler var. Ama onların kazandıkları paranın Türkiye’ye bir faydası yok. Üretmeyen ve bu nedenle ekonomisi dibe vuran bir ülkeyiz. 3 tarafımız denizlerle çevrili olmasına rağmen de hala denizden para kazanmayı öğrenmedik.

***

Bakınız Yukari’yi etkileyip ülkesinden ayrılmasına neden olan Atatürk, TBMM II. dönem açılış yılı konuşmasında (01 Kasım 1937) ne diyor: “Arkadaşlar! Denizcilik sadece ulaştırma işi değil, iktisadi iş olarak anlaşılacak ve tersaneler, gemiler, limanlar ve iskeleler inşa edilecek, deniz sporları kulüpleri kurulacak ve korunup geliştirilecektir. Çünkü: Toprakların ucu deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve yeteneğinin hududu çizer. En uygun coğrafi konumda ve üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye; endüstrisi, ticareti ve sporu ile en ileri bir denizci ulus yetiştirmek yeteneğindedir. Bu yetenekten yararlanmasını bilmeliyiz. Denizciliği Türk'ün büyük ulusal ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız..."

Atatürk, sadece konuşmazdı. Söylediklerini de yapardı. Stratejik dehası ve öngörüsü ile Cumhuriyet Donanmasının şekillenmesinde büyük rol oynamıştır. 1923’ten Atatürk’ün ölümüne kadar geçen onbeş yıllık süre içinde yok olmuş bir imparatorluğun pervanesi dönmeyen gemiler yığınından, Türk deniz gücünü Orta Akdeniz’e taşıyan ve gücünü tüm dünyaya ilan eden bir Donanma vücuda getirilmiştir. 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj bayramı başta olmak üzere denizciliğin gelişmesi için pek çok faaliyette bulunmuştur. Ömrünün son senesinin 54 gününü de Savarona Yat’ında geçirmiştir. Ömrü yetseydi kim bilir daha neler yapacaktı…
Peki bizler ne yapıyoruz?
Geçmiş tüm bayramlarınız kutlu olsun…