Tabletten film izlerken arkadaşımızla yazışalım, hemen Paris'e, Madrid'e, Berlin'e ulaşıverelim, altı ayda bir yeni telefon alabilelim, pandemileri sıfır yan etkili aşılarla hemen atlatıverelim, istiyoruz. Bütün bunların gezegenin sağlığını, doğasını yitirmesine mal olduğu gerçeğini ise görmezden geliyoruz. 'Ortaçağ İnsanları', geçmişi öğrenip günümüzü kıyaslayabilmek adına çok önemli bir çalışma
Yıllardır farkına varmadan bir tuhaflığı hayatımızın merkezine yerleştirdik. Mesela eski zamanları hasretle anıyor, keşke o zamanlar geri gelse diyoruz ama bunu, çağın icatlarından sosyal medyada yapıyoruz. Modern dünyanın 'nimetlerinden' bir an bile vazgeçmezken geçmiş gitmiş eski hayatları arıyoruz. Hatta iki kamyon gücündeki aracımız en dik yokuşları rahatça tırmansız isterken yediğimiz meyve ve sebzeye de egzost gazı temas etmesin istiyoruz. Aslına bakarsanız ne istediğimizi de pek bilmiyoruz.
Doksanlı yılların en meşhur duvar yazılarındandı: Herkes doğaya dönmek istiyor ama kimse yürüyerek gitmek istemiyor!
KORKUMUZU GİZLİYORUZ
Yitip giden geçmişe güzellemeler dizmek, eski zamanın geri gelmeyecek hoşluklarına özlem duymak, başı sonu belirsiz nostalji denizlerine yelken açmak elbette insani bir şey. Aslında asla bizim olmayan geçmişi 'biraz da' gönlümüzce şekillendiriyoruz. Bu bazen bir teselli bazen de daha büyük bir sorundan yakındığımız anlamına da geliyor.
“Nerede o eski bayramlar” ile başlayıp organik köy domatesine uzanan isteklerimiz bir tür kamuflaj. Aslında dertlendiğimiz şey modern zamanlarda hayatın çok daha büyük bir hızla geçip gitmesi. Zamanın inanılmaz bir zalimlikle geçip gitmesi herkes gibi beni de üzüyor. ve ben de bu yüzden birçokları gibi geçmişin zamandan âzâde hatıralarına sığınıyorum. Geleceğe doğru zamanı uzatamayacağıma göre geçmişi yeniden yâd ederek hayatımda bir derinlik yaratmaya çalışıyorum. Bu, hatıranın hatıralarına boğulup, hayalden hayale savrulmadığımız sürece zararsız bir uğraş.
YAPTIĞIMIZ BUGÜNDEN KAÇMAK
Post modern dünyada bir yılda yaşanan değişim, geçmiş çağların belki de yüz yılına eşit. Bu bize günlük hayattan, iletişime, sağlıktan, beslenme zenginliğine sayısız imkan sağlıyor. Bütün bunları başarırken de hoyratça gezegenimizi kirlettik. Küresel ısınma, iklim değişikliklerine bağlı çevresel felaketleri daha sıkça yaşar olduk. Sekiz milyarı geçen insan nüfusunu beslemek artık yiyecekimsi gıda ürünleriyle mümkün. Köy domatesi 10 yıl sonra bir sıfat tamlamasıyla bile anılmayacak. Bilişim imkanlarının çocuklarımızın ve gençlerimiz düş dünyasının tembelleştirdiği, onları bezgin, isteksiz ve umutsuz yaptığı meselesine ise hiç girmeyelim. Tüm bunların kasveti bütün ağırlığıyla üzerimize çöktükçe eski zamanlara dönmek istiyoruz.
ACIYLA TÜKENEN ÖMÜRLER
Oysa insan ırkının binlerce yıl ortalama yaşam süresi ancak 40 yıldı. Pek çoğu daha doğum sırasında can vermediyse erken yaşlarda kızamık ya da çiçek salgınında ölürdü. Eğer bir ergenliğini görecek yaşa gelmişse bir düşman saldırısında kılıçtan geçirilir ya da köle olarak alınıp satılırdı. Aralarındaki şanslı azınlığa bir şey olmazsa kendi beyinin, derebeyinin kapısında kul olur, ardından askere alınır, adını telaffuz edemediği coğrafyalarda genç yaşta ölür giderdi. Sağ kalsa bile yurduna dönecek maddi imkanlara sahip olamazdı. Bütün bunları aşıp evine köyüne dönenlerse ilk veba salgınında, bir din savaşında, yerel bir ayaklanmada, biraz sert bir gripte hayatını kaybederdi. Kısacası o zamanların insanları hayatının hiçbir anında iki yıl üst üste güven içinde mutlu mesut yaşayamazdı. Geçmiş çağlar işte böyleydi.
BİR KEZ DAHA DÜŞÜNMELİ
İngiliz tarihçi Eileen Power, bir çiftçi, bir seyyah, bir rahibe, bir ev hanımı ve bir tüccar üzerinden kurguladığı 'Ortaçağ İnsanları' adlı kitabında o zamanları ve mekanları en ince ayrıntısına kadar anlatırken iki çağ arasındaki farklılıklar beni dehşete düşürdü.
Gerçi teorik olarak biliyoruz ki insan, yaşadığı her çağda belli acıları, sıkıntıları, o çağın imkanları ve gerekleri doğrultusunda yaşamış ve bundan sonra yaşayacak. Sözgelimi Ortaçağda yaşasaydınız, hür, köle ya da serf farkt etmez, ömrünüzü efendiniz için çalışarak, çile çekerek, hastalık, korku ve mutsuzluklarla geçirecektiniz. Bey, derebeyi, kont, paşa olmanız pek bir şey fark ettirmeyecekti. Çünkü o durumda da ensenizde boza pişirecek krallar, imparatorlar olacaktı. Hastalık, salgın, yıllarca süren savaşlar efendi köle ayrımı yapmayacaktı. Hasılı eski zamanlara övgüler yağdırırken bir daha düşünmekte fayda var.
Ortaçağ İnsanları/ Eileen Power/ Kronik Kitap
Tüketim çılgınlığı ve atık meselesi
Tüketim alışkanlıklarımız günden güne giderek artıyor ve her standart bir sonrakine göre normal sayılıyor. Ancak çağın sorunlarına duyarlı olduğunu iddia edenlerimiz de dahil tüketim çılgınlığımızın çok ciddi sağlık, çevre sorunları yarattığı gerçeğine gözlerini kapıyor. Yazar Özlem Çerçioğlu ise atıkların kontrol edilebildiği yöntemlerle bu sorunların bir nebze olsun üstesinden gelinebileceğini savunuyor.
Atıksız Yaşam Rehberi/ Özlem Çerçioğlu/ Alfa Kitap
42 yıl sonra benzer bir basım
İkinci Yeni'nin büyük şairinin bu kitabı 1982 yılında yayımlanmış ve Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanmıştı. Turgut Uyar’ın bütün şiirlerini kapsayan 'Büyük Saat' kitabı içinde yer alan 'Kayayı Delen İncir' herhangi bir değişiklik olmadan yayına hazırlanmış. Ayrıca şairin kitap dosyasını hazırlarken yaptığı karton kapağın bu baskıda kapak görseli olarak kullanılması bir başka güzel özellik olarak dikkat çekiyor.
Kayayı Delen İncir/ Turgut Uyar/ Yapı Kredi Yayınları
Maalouf'tan çağın sorunlarına çözümler
Semerkand, Tanios Kayası, Afrikalı Leo ve Doğunun Limanları gibi yaklaşık 30 yıldır Türkiye'de çok satan romanların yazarı olan Lübnan kökenli Fransız yazar Amin Maalouf, 'Labirent'te Batı ile hasımları arasında yaşanan yeni çatışmaların ve meydan okumaların kadim kökenlerini dört büyük ulusun tarihi üzerinden anlatıyor. Labirent türlüsorunlarla sarmalanmış çağımız için bir kurtuluş kılavuzu.
Labirent-Batı ve Hasımları/ Amin Maalouf/ Yapı Kredi Yayınları
Otel konseptli Murathan Mungan seçkisi
Aralarında Bilge Karasu, Edip Cansever, Tomris Uyar, Sait Faik, Necati Cumalı, ve Behçet Necatigil'inde bulunduğu Türk edebiyatının en önemli yazar ve şairlerinin bulunduğu ve Murathan Mungan'ın otel konseptiyle belirlediği seçki, edeiyatseverler için çok çeşitli ve keyifli bir okuma vaad ediyor. Seçkide yer alan şiir ya da düzyazı tüm seçimler ya otelin kendisini ya da otelde geçen olaylar ekseninde gelişiyor.
Otelde Bulunmuş Kitap/ Murathan Mungan/ Metis Yayınları
Soğuk Kuzey'den sıcacık bir öykü
İsveç'in demokrasinin beşiği olduğuna dair ezberimiz bu kitapla bir miktar yara alıyor. Laestadius’un başarılı bir biçimde sinemaya da uyarlanan romanından öğreniyoruz ki, Sami kökenli vatandaşlar, yurtlarında yıllardır ayrımcılığa maruz kalmakta. Doğa ve hayvan sevgisi, sanayileşme, işsizlik ve iklim kriziyle yaşanan çevre sorunları eşliğinde bir genç kızın birçok dile çevrilen sıcacık büyüme öyküsü.
Çalınan/ Ann-Helén Laestadius/ İş Bankası Yayınları
Ömrü boyunca yasaklı bir yazardı
Çukur, Çevengur ve Can gibi romanları, öykü seçkisi 'Dönüş' ile Rus edebiyatının ülkemizde iyi tanınan yazarlarından Andrey Platonov, deneme ve eleştiri yazılarıyla da dünya edebiyatında iz bırakmıştır. Bu kitap, 1951 yılında hayata veda eden ve yaşadığı süre boyunca ülkesinde eserleri yasaklanan yazarın felsefi, siyasi ve edebi görüşlerini, toplumsal meselelere bakış açısını bu kitabıyla kavramak mümkün.
Edebiyat Fabrikası ve Seçme Yazılar/ Andrey Platonov/ Kolektif Kitap
Bir edebiyat uğraşı olarak düello
Düello deyince insan hemen Tolstoy'un başyapıtı Savaş ve Barış'ın en popüler karakterlerinden Kont Pyotr Kirillovich Bezukhov ile Dolokhov müsabakasını anımsıyor. Elbette hayatı boyunca yirmi bir kez düelloya çıkan ve hayatını bir düelloda kaybeden bir başka Rus Alexander Puşkin'i de unutmak mümkün mü? Miziev'in bu çalışması, düelloların gölgesinde edebiyat tarihine özel bir bakış açısı getiriyor.
Edebiyat ve Düello/ Kanşaubiy Miziev/ Ayrıntı Yayınları