O'nu ilk gördüğümde çok beğenmiştim... Çok güzel bir yüzü vardı. Koyu kumral tüyleri, yüzünün yarısını kapatan kulakları, cin gibi bakan gözleriyle her an şımarmaya hazır bir haldeydi. Bir apartmanın bahçesindeki kulübesinde zincire bağlı bir haldeydi ama sürekli gözü dışardaydı. Sanıyorum Golden Retriever cinsiydi... Kalabalık bir apartmanın bahçesinde tek başına yaşıyordu. Evde beslenebilirdi ama herhalde evin hanımı karşı çıkmıştı. Evin hanımı diyorum çünkü hiçbir erkeğin bu konuda  bir karar verebileceğini düşünmüyorum. Çünkü kendimden biliyorum.

Neyse oğlum Sarp ile rütin yürüyüşlerimizi yaparken sürekli karşılaşıyorduk, bu yalnız köpekle... Bu arada mekanı da biraz değişmiş, kulübesinin  etrafına bir çit çevrilmiş ve  tasması çıkarılmıştı. Artık 10 metrekare alanda serbestçe dolaşabiliyordu.  Ama giderek agresifleşmişti. Artık sadece havlamıyor dişleriyle parçalamaya hazır  bir hal alıyordu. O sevimli köpek gitmiş vahşi bir hayvan gelmişti...

Adeta müebbet cezası almış bir mahkum gibi, hayata insanlara güvenini kaybetmiş, tehlikeli bir yaratığa dönüşmüştü...

E haksız mı?

Sadece yemesi içmesi karşılanıyor. Ne bir sevgi gördüğü var, ne temas kurduğu bir canlı... Sokak köpeklerinin insiyatif kullanma hakkı varken, bunun yok. Sokak köpekleri arkadaş edinebilirken bu tek başına mahkumiyet içinde. İnsanlara güvenmiş kendini onlara emanet etmiş, onlar da onu hapsetmiş, müebbete mahkum etmiş...

Aklıma çocukluğum geldi. Yaz tatillerinde gittiğimiz Bolu'daki köyümüzde Akkuş diye bir köpeğimiz vardı. Evin içine girmezdi ama evin bir üyesiydi.  Evin önüne birileri geldiğinde  mutlaka havlama sesi duyardık. Dedem pencereyi açar ve “Akkuş” diye bağırır. Bu tamam bizim dostlarımız anlamına gelirdi,  Akkuş talimatı alır sakinleşirdi.

Üstelik bizim oyun arkadaşımızdı. Ben de kardeşlerim de Akkuş'un hayranıydık. 

Bugüne dönersek.

O apartmandaki köpeğin sahipleri belki de en pahalı mamayı alıyordur. Yaşam hakkı tanımadan, hayattan kopararak aşılarına da dikkat ediyordur.

Sonra da hayvan seviyoruz.

Hadi be...