Tartışılan “Hayvanları Koruma Kanunu nasıl değiştirilmeli?” sorusu üzerine yaklaşık 25 yıldır kafa yoruyorum. Meclis Komisyonu’nda kabul edilen ilk 3 maddenin ardından gelinen durum, 10 yıl kadar önce Yaşar Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Doç. Dr. Emre Cumalıoğlu ile birlikte hazırladığımız ve Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti Parazitoloji Çalışma Grubu Başkanı sıfatıyla ilgili bakanlıklara iki kez sunduğum değişiklik tasarısı ile neredeyse birebir örtüşüyor.

Tek bir hayvanın bile zorunlu olmadıkça ölmesine karşı olarak hazırladığımız tasarıda, hayvanlardan insanlara ve başka hayvanlara bulaşan hastalıkları önlemeye yönelik düzenlemeler de yer alıyordu. Bu son derece önemli konu yeterince bilinmiyor ve tartışılmıyor. Zaten yaşadığımız sorunların temelinde, düzenlemeler yapılırken insan ve çevre sağlığının yeterince göz önüne alınmaması, veteriner hekimlere ve tıp doktorlarına danışılmaması yatıyor. Aynı durum televizyonlar için de geçerli; yasa her kanalda yoğun tartışılırken, konunun uzmanı bir veteriner hekime veya tıp doktoruna danışmak kimsenin aklına gelmiyor. Bilimden iyice uzaklaştık ve başta ekonomi, geldiğimiz durum ortada!

Köpeklerden insana bulaşabilen enfeksiyonlardan sadece kuduzun adı geçiyor ama Türkiye’de şu anda kuduzdan kat kat daha önemli iki enfeksiyon var. Herhangi bir sağlık kontrolünden geçmeden ülkemize giren milyonlarca mülteci, leyişmanyaz enfeksiyonunun patlamasına yol açtı. İklim değişikliği sonucu, enfeksiyonu hasta köpeklerden alıp, sağlam köpeklere ve insanlara bulaştıran tatarcık, yakarca veya kum sineği denen minik sineklerin giderek daha uzun zaman diliminde kan emmesi tehlikeyi büyütüyor.

Eskiden ülkemizde köpeklerde ve insanlarda sadece belli odaklarda Leishmania tropica türü parazitin yol açtığı deri leyişmanyazı (Şark çıbanı) ve L. infantum’un yol açtığı iç organ leyişmanyaz’ı görülürken, mültecilerle L. major ve L. donovani türleri de ülkemize girdi ve bu 4 tür hem köpeklerde hem insanlarda tüm Türkiye’ye yayıldı. İşin kötüsü, gerek insanlarda gerekse köpeklerde, normalde deride yerleşmesi gereken parazitler (L. major hariç) iç organlarda, iç organları tutması gereken parazitlerse deride yerleşmeye başladılar. İç organ tutulduğunda hastalık hem insanda, hem köpekte çok ağır seyrediyor ve tedavi edilmezse ölümle sonuçlanabiliyor. Şu anda Ege Bölgesindeki köpeklerin çoğunun kanlarında Leishmania parazitine karşı antikor saptanıyor, ama bunların çok azı hasta. Giderek artan sayıda sahipli köpek bu enfeksiyon nedeniyle ölüyor.

Köpeklerden insana bulaşabilen diğer önemli enfeksiyon olan kistik ekinokokkoz (kist hidatik) ise insanlarda karaciğer, akciğer, beyin, böbrek, dalak gibi organlarında büyükçe kistlerle seyrediyor ve ülkemizde her 164 kişiden birinde mevcut, yani çok yaygın. Köpeklerdeki parazitin ilaçla tedavisi kolay ama iki ayda bir tekrarlanması gerekiyor; kulağı işaretlenip sokağa bırakılan köpeklere periyodik ilaç verilmediği için bu enfeksiyonu yaymayı sürdürüyorlar.

Şimdi hayvansever dostlar “Yasa üzerine çalışılırken, bu enfeksiyonları dile getirmenin zamanı mı?” diye soracaklar. Ama tam da zamanı… Çünkü ötanazi adı altında sahipsiz köpekleri öldürmeyi planlayanlar, örneğin Leishmania parazitine karşı kanında antikor taşıyan bir sahipsiz köpeği, insan ve çevre sağlığı açısından riskli olarak değerlendirip öldürmenin yolunu açabilirler.

Yakın zamanda hayvan barınaklarındaki köpek sayısı çok artacak ve sahipsiz köpekleri bu iki enfeksiyona karşı korumanın kolay ve düşük maliyetli yollarının aranmasında insan ve çevre sağlığı açısından çok büyük yarar var.

Özetle; hayvanlarla birlikte sağlıklı bir çevrede bir arada yaşayabilmemiz için en gerçek yol gösterici bilimdir

Hayvansever Atatürk’ümüzü bir kez daha sevgi ve saygıyla anıyorum…