Maalesef her şeyle dalga geçmek ata sporumuz haline geldi. Yanı başımız Ortadoğu ve Afrika’da insanlar zulüm baskı ve şiddet içinde yaşam mücadelesi verirken biz bu ülkenin destansı tarihiyle dahi dalga geçen bir toplum olduk. Bunun en yakın örneğini Lozan Antlaşması’nın yıl dönümünde yaşadık.

Bir ülkeyi esaretten özgürlüğe kavuşturan tarihi anlaşma, sosyal medyada basit, iğreti bir mizah anlayışıyla dalga geçilir hale geldi. Oysa ki Lozan, Kurtuluş savaşının kağıda dökülmüş tarihi zaferidir. Lozan antlaşması emperyalist ülkelerin bize dayattığı değil o ülkeleri  Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının söke söke masaya oturmaya mecbur kıldığı bir zaferdir. Bu zafere giden en büyük mücadele ise İzmir’de yaşandı. Artık teslimiyeti kabullenmiş bir ülke İzmir’den atılan ilk kurşunla dizginlenemez bir özgürlük savaşçısı haline geldi. O kurşunla birlikte Anadolu’da işgallere karşı dağınık olan düşünce ve örgütlenme biçimleri değişerek anadolu insanın direniş düşüncesini körükledi...

Gazi Mustafa Kemal Atatürk o günleri bakın nasıl anlatıyor:


 “Samsun’a hareketimden 5 gün önce İzmir’e Yunan birlikleri çıktığında, Halide Edip Adıvar, bana gizlice bir mektup ulaştırmıştı. Paşam, Sultanahmet Meydanı’nda, İzmir’in işgalini telin mitingi düzenleyeceğiz, orada yapacağım konuşmayı ilk siz okuyunuz istedim. Bunu Yunan’a ilk kurşunu sıkan Hasan Tahsin’in Yunan askerleri tarafından vurulmasını gözümün önüne getirerek gözyaşları içinde yazdım, mektubumda gözyaşları izleri görürseniz bundandır diyor ve yapacağı konuşmayı aktarıyordu. “Davamız şudur; Bu davamızda Türklerin hak ve istiklalidir. Türkler, Türkiye’nin ebedi haklarına asla dokunmayacaklar; yarın, Hakkın mahkeme-i kübrası önünde zalimlerin hepsi mahkemeye çekilecek; onlara, bizim kanlarımızı döktürdünüz, diyecekler.  Yemin ediniz. 700 senelik minareler, mavi semalarıyla bize baktığı bu günlerde; Türk bayrağı, Türk hakkı için can vermekten çekinmeyeceğinize yemin ediniz." 

Atatürk mektuptan o kadar etkilenmişti ki Halide Edip’e verdiği sözü şöyle anlatmıştır:

“Bu mektubu okurken gözyaşlarım, Halide Edip’in gözyaşlarına karışmıştı. Halide Edip’e gönderdiğim cevabi mektupta, önümüzde günlerde Samsun’a gideceğimi ve Milli Mücadele’yi başlatacağımı, üzülmemesini, İzmir’i kurtaracağımızı yazmıştım. Ordularımızla İzmir’i kurtarmaya geldiğimizde, burada Belkahve’de durmuş, uzakta sisler arasındaki İzmir’i seyrederken elimi cebime sokup, gözyaşlarıyla sulanmış Halide Edip’in mektubu okşadım, bir kahve içtim. Kahvemi sevinçle yudumlarken, Halide Edip’e verdiğim sözü yerine getirdiğimi düşünüp gülümsemiştim.” 

9 Eylül 1922’de Türk Ordusu, Anadolu’nun içlerine kadar girmiş olan Yunan ordusunu, kazandığı zaferlerle püskürttü. 9 Eylül Türk Ordusunun ilk hedefe vardığı, tüm ülkenin kurtulduğu, aydınlığa kavuştuğu ve vatanın kurtulduğu gün oldu. O güne kadar ülkeyi parça parça paylaşmak isteyenlere 9 Eylül’de İzmir’de buluşalım cevabını veren Atatürk’ün planı hazırdı. Önce savaşı kazanmayı planlayan Atatürk bu sayede müzakere masasına eli güçlü bir şekilde oturacaktı, nitekim öyle de oldu. Birinci Dünya Savaşı sonrasında imzalanan Sevr Antlaşması'nın haksız ve ağır şartlarını ortadan kaldırmayı hedefleyen Mustafa Kemal,Lozan Antlaşması'nın imzalanmasıyla Türkiye’yi bağımsızlığını resmen kazanmış ve uluslararası alanda tanınmış bir devlet haline getirdi.

Eğer bugün Ayasofya’yı cami yapabildiysek 9 Eylül zaferi sayesindedir, Lozan sayesindedir, ve tabii ki Mustafa Kemal ve şehitlerimiz sayesindedir.