Her kentin kendine özgü bir kimliği, kişiliği vardır. Yurtdışına yaptığım seyahatlerde bunu net bir biçimde görüyorum. Kimi, kentler diğerlerinden daha tarihidir, kimisi daha yeşil, kimi sanayi kentidir, kimi turizm, kimisi çok hareketli, canlıdır, kimisi ise sakin.

Kentlerin bu kimlikleri bu ayırımlı özellikleri bir taraftan lokasyonlarından doğan farklılıklardan oluşurken, diğer taraftan da orada yaşayanların tercihleri de şehrin bu kendine özel yapısının oluşmasına katkıda bulunur. Böylece coğrafi konum, insan tercihleri, doğal özellikler başta olmak üzere onlarca, hatta belki yüzlerce faktör bir araya gelerek şehirlerin kimliklerinin oluşmasına neden olurlar.


Bu kimlik bir kere oturdu ve benimsendi mi bunu kolay kolay değiştiremezsiniz. Örneğin Roma’yı bir sanayi kenti, Milano’yu ise aşk kenti haline dönüştürebilir misiniz? Ya da Paris'ten bir kumar kenti çıkar mı çıkmaz. Kumar kenti denilince akla gelen ya Las Vegas’tır, ya Monako'dur. Başka yerde kumar oynanmaz mı? Böyle bir iddiam yok. Ama oluşmuş algılar bu iki şehri işaret eder.

***
Şayet bu şehirleri başka bir kimliğe büründürmek isterseniz ortaya melez, hibrit, ne idüğü belli olmayan yapılar çıkar. Devekuşu gibi. Kuş desen kuş değil, deve desen deve değil.

Son zamanlarda yapılan İzmir'e ilişkin yorumları dinledikçe çıldıracak gibi oluyorum. Kimi yapılaşalım, dikine yapılar yapalım, her tarafı inşaat dolduralım. İzmir böyle büyüyecek diyor. Nitekim epey bir öyle de olduk. Her yan beton, her yan inşaat. Maşallah gözümüzü şenlendirecek bir karış yeşil kalmadı. Diğerleri de İzmir'i İstanbul'a bağlayalım, sanayileşelim, fabrikalaşalım derdi içinde. Sanayi bölgelerini zaten yaptık. Şimdi daha da arttırılacak bu bölgeler. Bir zaten Pınarbaşı'nda, Torbalı'da, Menderes'te güzelim tarım topraklarını sanayiye peşkeş çektik. Tarlaları, bağları, bahçeleri söktük, üzerine fabrika binası yaptık.

***
Oysa şimdi iskan bölgesi yapmaya çalışılan bataklık, sinek dolu, kokan alanlara fabrikaları yapsak olmaz mıydı diye soruyorum kendi kendime. Neyse! İzmir kentinin ne tarihi, ne doğal nede lokasyonal yapısı, ne fabrikalaşmayı yani sanayileşmeyi, ne de bunca yapılaşmayı yani betonu taşımaya müsaittir. İzmir kenti tarih boyunca güzelliklerin, eğlencenin yani turizmin başkenti olmuştur ve olmaya devam etmeye çabalamaktadır. Ancak ne yazıktır ki, bu yapı giderek bozulmaya başlamıştır. Başta İzmir merkez olmak üzere, merkezden ilçelere dalga dalga yayılan betonlaşma İzmir'i giderek daha oturulmaz, daha sevimsiz bir hale getirmektedir. Dolayısı ile İzmir'in bir turizm kenti, bir güzellikler kenti, bir eğlence kenti olarak algılanmasına dair ne varsa haraç mezat elden çıkartılmaktadır. Doğal güzelliklerimiz tahrip edilmekte, kent silueti hoyratça hırpalanmakta, patatesiyle, pamuğuyla, domatesiyle, üzümüyle, inciriyle dünyaya nam salmış ilçelerimiz, şimdilerde asfalt yollarıyla, apartmanlarıyla, övünür hale gelmektedir.

***
Aşırı betonlaşma ve aşırı şehirleşme doğal güzelliklerimizin farklı biçimlerde tahribine de neden olmaktadır. Betondan sıkılan, daralan insanlar ormanlara, kırlara hoyratça dalıp, doğayı kirletmekte daha da beteri, geçen hafta yurdumuzun dört bir yanında görüldüğü üzere bilinçsizce yaktıkları ateşlerle güzelim ormanlarımızın yok olmasına, ciğerlerimizin yanmasına neden olmaktadırlar. 

İzmirimizin ve her biri birer inci tanesi değerindeki ilçelerimizin bu hoyrat talandan, bu arsız hücumdan kurtarılması için tedbir alma vakti gelip geçiyor. Ne diyeyim? Sonumuz hayrola.