Hayatın hızı bazen baş döndürücü bir hal alıyor. Sabaha gözlerimizi açıp gece uyuyana kadar koşturduğumuz, listeler hazırlayıp üzerini çizerek ilerlediğimiz bir döngü içinde savruluyoruz. “Yetişmem lazım”, “Daha bitmedi”, “Neden vakit bu kadar hızlı geçiyor?” cümleleriyle boğuşuyoruz. Oysa ki, gerçekten önemli olan nedir? Yetişmeye çalıştığımız şey ne? Kendimize ne zaman bir kahve molası verip de etrafa şöyle bir bakmayı ihmal ettik?

Hepimizin bir şekilde peşinde olduğu bir şey var. Kimi daha fazla para kazanma derdinde, kimi bir terfi peşinde, kimi daha mutlu olmanın yollarını arıyor. Herkesin kendi mücadelesi var ve bu gayet doğal. Fakat bu mücadele sırasında gözden kaçan şeyler, belki de en kıymetli olanlar. Sabah kalktığınızda pencereden içeri süzülen güneş ışığı, sokaktan geçen çocuğun gülümsemesi, kahvenin kokusu… Küçük detaylar, yaşamın dokusunu oluşturuyor aslında. Ama bu dokunun farkına varmadan, sürekli bir şeyleri tamamlamaya çalışarak günleri geçip gidiyoruz.


Bazen öyle anlar oluyor ki, yaşadığımız anı kaçırıyoruz. Telefon elimizde, iş aklımızda, bir sonraki yapılacaklar listesi önümüzde. Kahvemizi içiyoruz ama tadını almıyoruz, yemeğimizi yiyoruz ama doyduğumuzu fark etmiyoruz. Bütün bu koşuşturma içinde esasen ne için çabaladığımızı unutuyoruz. Anın içinde olmak o kadar önemli ki… Çünkü yarın belki bugünü hatırlamayacağız ama o an gerçekten orada olsaydık, anılarımızda daha sıcak, daha gerçek bir yer edinebilirdi.
Zihni sakinleştirip, karmaşadan bir adım geriye çekildiğimizde, birçok sorunun çözümü kendiliğinden ortaya çıkıyor. Bir sabah uyanıp acele etmeden sadece pencereden dışarı bakmak bile insanın ruhuna iyi geliyor. Kuşların uçuşunu izlemek, güneşin doğuşunu fark etmek, havayı derin bir nefesle içine çekmek… İşte hayat bu kadar basit aslında.


Kendimize bir iyilik yapalım. Şu an durup, derin bir nefes alalım. Elimizdeki kahveyi gerçekten içelim, etrafımızdaki güzellikleri fark edelim. Hayatın tüm koşuşturması içinde, küçük anların büyük önemini yeniden keşfedelim.